Sağduyu!

Gazetenin baskıya verileceğinden dolayı yazımı mutlaka göndermem gerektiği tekrar hatırlatılmış ve bende işlerimin yoğunluğu sebebiyle bir türlü fırsat bulup yazamadığım köşe yazımda, ülke olarak gelinen şu karışık dönemi tahlil etmeye…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Gazetenin baskıya verileceğinden dolayı yazımı mutlaka göndermem gerektiği tekrar hatırlatılmış ve bende işlerimin yoğunluğu sebebiyle bir türlü fırsat bulup yazamadığım köşe yazımda, ülke olarak gelinen şu karışık dönemi tahlil etmeye yönelik bir şeyler yazmak gerektiğini düşünüyordum. Bunu sağlıklı yapabilmek için de olaylara, doğru bakılması gerektiğini biliyordum.

Ankara’ya gelmek üzere havaalanında beklerken, Cemaat denince akla gelen ilk isimlerden Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce bey’le karşılaştık. Kendisi ile yaptığımız kısa fakat samimi olduğunu düşündüğüm sohbette gelişmeleri nasıl yorumladığını sordum. Kendisi de açıkçası hiç beklemediğim bir açık yüreklilikle yorumladı gelişmeleri. Kendini tanımlarken hoca efendiyi sevdiğini fakat ‘’cemaatçi” olmadığını, dolayısıyla yanlışa yanlış, doğruya doğru denmesi gerektiğini ve son olaylarda her iki tarafında (hükümet-cemaat) yanlışlarının olduğunu belirtmesi dikkatimi çekti. Hoca efendinin bir müslümana beddua etmesini kendi içine sindiremediğini ve yanlış bulduğunu (bu görüşü dolayısıyla cemaat içinden tepki çektiğini fakat bu görüntüleri şu anda sosyal medyadan çekmek için uğraşılmasının kendisini de haklı çıkardığını belirterek), yapılan (kendi basınını kastederek !) haberlerin yanlı ve yorumlu olduğunu ve bunun gazeteciliğin temel ahlakıyla bağdaşmadığını, gazeteci arkadaşlarının kendilerini Başbakan’la aynı düzeyde gördüklerini, halbuki Başbakanı erk sarhoşluğuyla eleştiren bu arkadaşların da aynaya bakmaları gerektiğini ifade ederek yaşadığı üzüntüyü dile getirdi. Aslında kendisi ile konuşmaya başlarken hiç tanımadığı birine bu kadar açık olacağını beklemediğim için de şaşırdığımı belirtmeliyim. Fakat diğer taraftan kendince akl-ı selim’i muhafaza etmek çabasında olan birilerinin var olduğunu bilmek de ayrıca sevindirdi beni.

Daha önce (ki bunlar her şeyin yolunda gittiği düşünülen dönemlerde yazılmıştır!) hükümeti ve anlayışlardaki yaklaşımı eleştiren yazılarım malumunuz. O yüzden gelinen noktada açık hedef haline gelmiş olan hükümeti ve başbakanı eleştirmek kolaylığına kaçmayı doğru bulmuyorum. Söylenecek ve söylenmesi gereken o konuda tabi ki epey bir taraf var fakat şu anda kişisel zaafların değil, toplumsal çöküntünün ele alınması gerekiyor.

Birilerinin bu sefer gerçekten düğmeye bastığı açık! Ve bu ‘’birileri’‘ öyle sıradan bir güç değil. Görünen o ki bunlar Ergenekon ve benzeri yapıları kontrol edip yönlendirebilen ‘’asıl güçler/odaklar”..

Daha önceki süreçlerde yaşaşnan ve yönetim zaafından ya da kişisel zaaflardan kaynaklandığını düşündüğüm doğal sonuçların/sıkıntıların ‘’şer güçler” yaftasıyla alelacele birilerine yamamaya çalışılmasını doğru bulmadığımı hatta komik bulduğumu ifade etmek isterim. Fakat geldiğimiz nokta farklı.

Bana göre hedef, ne hükümet ne de Başbakan. Hedef hükümet ve Başbakan’ın şahsında temsil ettiği milli irade. Kişileri kim olursa olsun severiz ya da sevmeyiz, tasvip ederiz ya da etmeyiz. Fakat iş milli iradeye, dolayısıyla bağımsızlığa gölge düşürüp kaos ortamı oluşturularak hakimiyet kurulmaya gidiyorsa orada ‘’dur !” demek lazım. Musa Musa da, o kadar değil !

Dünyayı yöneten güçlerin varlığı ve neler yapabildikleri aslında o kadar da sır değil. Zaten o kadar da sır olmaması gerekiyor ki meydan okumanın ve diz çöktürmenin sonucunda gerekli mesaj gerekli yerlere ulaşabilsin!.  Lincoln’ den Kennedy’e, Menderes’ten Özal suikastine, son olarak da Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun başına gelenlerin aynı güçler ya da uzantıları tarafından işlendiğini düşünüyorum.

Bu konu uzun ama kısaca tatsız bir dönem yaşıyoruz. Herkesin soğukkanlı ve doğru hareket etmesini diliyorum. At izinin, it izine karıştığı bu gibi dönemlerde (bizim ülkemizde hep karışıktır ya!) kimin nereye hizmet ettiğine ve ne tarafta durduğuna çok dikkat etmesi gerekiyor. Şahsen bu maruz kalınmışlık hiç hoşuma gitmiyor ama yapacak pek bir şey yok gibi..

Gidişat karanlık gibi gözükse de sabaha en yakın zamanın, gecenin en karanlık anı olduğunu düşünerek teselli buluyorum. Allah milletimize zeval vermesin.

Sağduyu!
Bizi Takip Edin