10. Türkçe Olimpiyatları'nın ardından…

Yine Türkçe Olimpiyatları mevsimi geldi… Yine bazı ikiyüzlüler yalanlarının peşi sıra gitmeye devam edecek. Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde bu “alkışlayıcı” muhteremlere şaşkınlığını yalnız başına çekecek!

Sizin için haklı olarak.

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yine Türkçe Olimpiyatları mevsimi geldi… Yine bazı ikiyüzlüler yalanlarının peşi sıra gitmeye devam edecek. Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde bu “alkışlayıcı” muhteremlere şaşkınlığını yalnız başına çekecek!

Sizin için haklı olarak saçma olabilecek bu giriş cümlesi, benim sadece bir Türk Sanat Müziği şarkısını içimden geçen düşüncelere uyarlama isteğimden doğduğu için oturaklı değil, biliyorum!

Her mevsim, yani her Türkçe Olimpiyatları’nda aynı düşüncelere kapılır ve ister istemez “ne kadar da ikiyüzlüyüz böyle” diye düşünmekten alıkoyamam kendimi…

Evet, ikiyüzlüyüz… Neden mi? Bunu, Olimpiyatları ve dünyanın her yerinden gelmiş yabancı gençlerin Türkçelerini alkışlayarak, onlar ile – haklı olarak- gurur duyan ve ülkemiz gençlerinin bozuk Türkçelerini eleştirenlere sormak lazım: Peki ya sen, doğru örnek olmak için ne yaptın?

Sana, “elinden geleni yapmış olmanın vicdan rahatlığına sahip misin?” diye sormayacağım; sahip olduğuna eminim çünkü!

Bu seneki törende sahneye Mehmet Ali Birand da davet edildi… Yani, nam-ı diğer, ünlü enkırmenimiz! Memlekette hiç adam kalmamışçasına ana haber bülteninde “yapcaklaarnı, etcekleerni” Türkçesiyle konuşan birinin, Türkçe olimpiyatlarından kendisine çıkardığı bir ders olmuştur diye umuyorum! Birand’ın sahneye davet edildiğini duydum ancak programın devamını izleyemediğim için olur ya, burada kendi benzersiz Türkçesiyle ilgili bir özeleştiri yapmıştır da, ben kaçırmışımıdır; onu bilemem!

Özel kanalların kullandıkları Türkçe’den geçeli zaten çok oldu da, bugün devlet televizyonunda dahi bozuk bir dil ile konuşuluyor! Bırakın çocukluğumuz spikerlerinin farklı ses tonlarıyla sundukları harika Türkçeli o haber bültenlerini, bugün TRT kendi ürettiği veya başkasına sipariş ettiği programlarında dahi “geliyo, gidiyo” Türkçesiyle konuşuyor! Şaşırmamak mümkün değil!

Gelelim en yakınlarımızda gördüklerimize! Bakıyorsunuz, Beykoz Belediyesi, Beykoz’un girişine güzel bir çalışma örneği olarak, ilçemizin değerlerini özetleyen duvar resimleri yaptırıyor;  gelgelelim, bu duvar resimlerinde şöyle bir Türkçe ile karşılaşıyorsunuz: BEYKOZDA HİDİV KASRI!

Bu yazılar yazılırken, hiç mi bir bilene danışılmaz? Bunun doğrusu “Beykozda” değil! “Beykozda” olmaz! “Beykoz’da” olacak! Beykoz bir özel isim, “ da” ekini üstten bir virgülle ayıracaksın!

Bunu sadece bizim belediyemiz değil, başka birçok ilçe belediyesi de yapıyor. Bu özensizliği özellikle de afişlerde görmek mümkün!

Örneğin, okulların afişlerinde dahi görebiliyorsunuz bu durumu! Üstelik o okulların Türkçe öğretmenleri de var! Örneğin, “ “Kaptan Olmak İstermisiniz?” diye soruluyor yine Beykoz’a ait bir afişte! Buradaki “misiniz?” ayrı yazılacak! Bu, Türkçe’ye ait çok temel bir kural!

Tüm bunları görüp de “jetonu düşen”, bunları görüp de sorumlusuna ifşa eden bir yetkili yok mu?

İşte böyle, her Türkçe Olimpiyatları’nda ister istemez depreşiyor yaramız! E, kaynayan kazan kapak tutmazmış! Şu an bendeki “kapak düştü!”

Gelelim,  “aman be kardeşim, memlekette mesele çok, taktığın şu ufak ayrıntılara bak!” diyenlere! O zaman, “ya ne olcek şu gençliğin hali; internet Türkçesiyle konuşuyorlar. Teşekkür yerine “tşk”, merhaba yerine “mrb”, selamünaleyküm yerine “sa” yazıyorlar” demeyeceksiniz! “Türkçe elden gidiyor!” serzenişinde bulunmayacaksınız; ya da biri bu haklı eleştiride bulunduğunda,  onu gönül rahatlığıyla alkışlamayacaksınız! “Kaal geldi valla!”, “dün akşam benim eks ile karşılaştım”,  “konuyu amma da ekzajere ettin ha!” “Tabii ki de” … ya da “moron” diyen birine tuhaf tuhaf bakmayacaksınız!

Anlatacak bir yararlı tecrübe ya da bilgisi olmadığı gibi, Türkçe’ye de, Türk diline de, edebiyatına da hiçbir katkısı olmayan medyatik isimler ile gazete köşelerinizi doldurmayacaksınız! Yayın evleri olarak kapılarınız sadece medyatik isimlerin Türk dili ve düşünce hayatına katkısı düşük ancak getirisi çok kitapları için açık olmayacak! Getirisi düşük de olsa, kaliteli örneklere de fırsatlar vereceksiniz; işin kolayına kaçmayacaksınız!

Türkiye sınırları içerisinde bozuk Türkçesiyle şarkı söyleyip de amiyane tabir ile “paraları götüren” onlarca şarkıcıdan on kat daha güzel bir Türkçe konuşan olimpiyatlardaki o Kırgız gencin, “ biz Türkiye’ye mi geldik? Siz bizim öğrendiğimiz Türkçe’yi konuşmuyorsunuz ki!” şeklindeki çok haklı eleştirisini alkışlarken, içiniz cız edecek; bu sözleri öyle kolay alkışlayamayacaksınız! Bu alkışı tutmaya hakkınız olup olmadığını düşüneceksiniz! Düşünmelisiniz, çünkü timsah gözyaşları inandırıcı olmuyor!

Başkaları kanabilir; bu alkışınıza bakarak sizin bu konuda çok hassas olduğunuzu düşünebilir; ama kanmayanlar var! Yukarıdaki zaten biliyor, görüyor, sağdaki ve soldaki görevlilere her ayrıntıyı not ettiriyor da; yani, bu ikiyüzlülüğü biz fanilerden de anlayan yok değil!

Memlekette kadın rahminden, yapılacak çocuk sayısından, ona buna kadar karışılmadık konu bırakılmadı da, alanına “girilemedik”, “dokunulmazlığı olan” tek konu yabancı dilde ya da hiçbir dile uymayıp ne idüğü belirsiz şekilde türetilmiş kelimeleri içeren reklam tabelaları, afişler konusu mu kaldı ki, bu konuda hiçbir yetkilinin yapıcı bir icraatı olamıyor?  Türkçeye sahip çıkmak adına bu konuda bir düzenleme de yapılsa ya! Tescil etmeyin bu şekildeki tabelaları? Memlekette akil adam mı kalmadı; bu konuda alınabilecek uygulanabilir önlemleri düşünebilecek Adem torunlarının nesli mi tükendi?

26 Eylül, Türk dil bayramıdır! “Yetkili” sınıfından kaç kişi bunu sıradan edebî cümleler ile geçiştirmek ile yetinmiyor?

Prof. Dr. Orhan Kural’ın geçenlerde bir seminerinde duyduğum ve Türkçesi doğru düzgün olmamasına rağmen “hoş” kadınları tabir ettiği “90-60-90 Türkçesi noksan” şeklindeki ifadesine katılmamak mümkün değil!  Ancak, Türkçesi noksan ekran yüzü sadece kadınlar değil ki!

Bizi “Türkçesi noksan” kadın ve erkek haber spikerlerine, sunucularına, muhabirlerine, şarkıcı ve türkücülerine, kaygısızca hazırlanmış tabela ve afişlere mahkûm edenler kimler? Tabii ki, yeri geldiğinde doğruyu söyleyeni çok kolay alkışlayabilenler ama sadece alkışlamak ile yetinenler!

Anlayacağınız, her yerde bir iki yüzlülük…

Ayaklar baş, başlar ayak…  Bilenler susuyor ya da susturulmuş, uzakta ya da uzak tutulmuş…  Düzenin kokuşmuşluğunun mantığını anlamak için ünlü düşünür- yazar Ayn Rand’ın “ Hayatın Kaynağı” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim!

Bu yazıyı kaleme alırken, içimden bir Türk Sanat Müziği şarkısı geçti nedense! Bu nedenle de yazımın giriş cümlelerini bu şarkının sözleriyle ilişkilendirmeye çalıştım! En iyisi mi, bu anlam dolu güfteyi kendi halinde rahat bırakmak ve bu güzel şarkıyı Zeki Müren’in o güzel Türkçesi’nden dinlemek!

Yine hazan mevsimi geldi

Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek

Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde hicranını yalnız başına çekecek…

Günün sözü:

Bir yerde küçük insanların gölgesi gittikçe büyüyorsa, o yerde güneş batıyor demektir. (Konfiçyüs)

Günün sorusu:

Taş nefes almaz mı bilirsiniz? Yürek ile yan yana koyulduğunda yüreğe mi değer biçersiniz? Her şeyi bildiğinizi sanırsınız da, taşlar arasından çıkan bir filiz; bazı yüreklerde neden hiç açmaz, neden cevap veremezsiniz?

Kalın sağlıcakla!

10. Türkçe Olimpiyatları'nın ardından…
Bizi Takip Edin