1990’lardan itibaren hız kazan haliyle küreselleşme Batı için maliyetleri düşürürken hayatı ucuz ve konforlu hale getirmiştir. Ucuz iş gücünün getirdiği maliyet düşümüne ek olarak üretimin tozundan, kirinden arındırılmış Batı topraklarında huzur ve refah içinde yaşam imkanına sahip oldular. Fakat küreselleşmenin “ekonomik kırılganlığı” arttırdığının farkına varılması faturayı ödeme vakti akıllara geldi.
ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırısı, 2008 krizi, Lehman’ın batışı, Kovid salgını ve son olarak Rusya’nın Ukrayna işgali küreselleşmenin etkisiyle faturanın tüm devletlere kesilmesine neden olmuştur.
Birbirine bağımlılığın barışı getireceği umulurken Rusya örneğinde olduğu gibi beklenen sonucu doğurmamıştı. Almanların enerjiye ihtiyacı, Rusların dış satıma ihtiyacı ile örtüşürken, çıkarların ilk örtüşmediği noktada silahların masaya konması küreselleşmenin ne kadar kırılgan olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Salgın, dikkatleri görünüşte sağlam ekonomilerin direnç eksikliğine çekti. Süper güç Amerika, bırakın testler ve solunum cihazları gibi daha sofistike ürünleri, maskeler ve diğer koruyucu giysiler gibi basit ürünleri bile üretemiyordu.
Diğer taraftan finansallaşmanın ulaştığı devasa boyutuyla Dünya Küresel Finans Sistemi, Lehman Brothers’ın iflasının tüm küresel finansal sistemin neredeyse çöküşünü tetiklediği, küresel finansal krizin akabinde sistemin ne denli “bağımlı” ve “kırılgan” olduğu gözler önüne serildi.
Büyüyen Yeni Türkiye’nin de bu manzaradan çok şey çıkarması gereklidir. Negatif anlamda söylemiyorum bunu. Çünkü biz acısını çeken ülke olarak devlet destekli haksız rekabet ile müşterilerimizi daha evvel Uzak Doğuya kaptırdık, Kıbrıs harekâtından başlayan süreç ile muhtelif ambargolara maruz kaldık, rahip Brunson mevzusu ile Batı finansal piyasaları bize silah olarak kullandı, yaşadık. Daha ziyade yeni denklemde alınacak yer bakımından manzara iyi okunmalıdır.
Yeni küresel üretim denklemi ne gerektiriyor?
Tüm sektörlerdeki şirketler artık gerçek zamanlı, ayrıntılı satış ve tüketici davranışı verilerine sahipler, ancak bu bilgilerden yararlanmak için üretim ve dağıtım mükemmelliği gerekiyor.
Yeni otomasyon teknolojileri, değişen faktör maliyetleri, genişleyen riskler ve pazara sunma hızının artan önemi, birçok mal üreten değer zincirinde yerelleştirmeyi kaçınılmaz kılıyor. Bu nedenle, üretimi dünya çapındaki önemli tüketici pazarlarına veya yakınına yerleştirmek mantıklı hale gelmiştir. Yatırım yapmadan önce şirketler, yer kararlarını riske göre ayarlanmış, uçtan uca maliyetlerinin tamamını göz önünde bulundurarak verecekler ve günümüzde henüz pek çok şirket tüm değişkenleri hesaba katmamaktadır. Bu kadar badireden sonra bahse konu başlıklara göre hareket etmek kaçınılmaz olacakken barındırdığı özellikleriyle Türkiye bu tabloda kendine çok daha fazla yer bulmalı ve bulacaktır.
Sadece kısa vadeli düşünmemeliyiz!
Günümüz piyasalarının genel özelliği kısa vadeli bakış açısına sahip olmasıdır. Yani kısa vadeli çıkarları için uzun vadeli büyük kazanımları görmezden gelmektedirler. Bu nedenle devlet aklı piyasa aklına ve hareketlerine uzun vadeli kazanımları elde etmelerini sağlamak adına yön vermelidir. Yatırım teşviklerinden, kredi kullanımına, uluslararası iş birliklerine kadar her adım buna göre planlanmalıdır. İnsan kaynağı ihtiyacımızın planlaması da aynı paralelde gerçekleşmelidir.
“Yeni Dünya Düzeni” ve Büyük Türkiye
Küreselleşmenin değişime uğraması Türkiye için çok özel fırsatlar barındırmaktadır. Son yirmi yılda enerji üretim tesislerinden, yollara, hastanelere, lojistiğe kadar milyarlarca dolarlık yatırım yapan ülkemizin artık “Yeni Dünya Düzeninde” alacağı yere karar vereceğimiz ana yaklaşıyoruz. Bu nedenle 2023 seçimleri Türkiye’nin kaderini belirleyecektir. Ya elit mandacıların, vesayetçilerin önü açılacak ve edilgen teslimiyetçi bir Türkiye meydana çıkacak veya masada söz söyleyen, sahada vurucu gücü olan, etkin, Büyük Türkiye Anadolu’dan yükselecektir.