2000’li yıllarda dünya yeni bir yüzyıla girerken ABD ve İsrail projesi olan büyük Ortadoğu projesi ile bölgemizde sınırların yeniden çizileceği açık açık söyleniyordu. İktidar partisi ve fahri lideri bu çirkin senaryonun eş başkanlığına soyunmuştu.
Ekonomiden, siyasete, terörle mücadeleden, dış politikaya kadar her alanda başarı kazanılması gerekirken devlet bilinçli bir şekilde işlevsizleştirilmiş millet şuuru yok edilmeye çalışılmıştı.
2002 yılında neredeyse sıfıra yakın terörle devraldıkları Türkiye’yi karanlık lobilerin çözüm süreci diye oluşturdukları hain planlarına alet ederek milletimizi çözülmenin eşiğine getirmişlerdi.
PKK ile görüştükleri iddia edildiğinde yalanlayarak, iddiada bulunanları ağır ithamlarla suçlamışlar, bu durum gün yüzüne çıktığında da açılım süreci denilen ihanet sürecinin yanlış olduğunu söyleyenlere de vatan haini kandan beslenenler ve terörün bitmesini istemeyenler ithamlarında bulunmuşlardı.
Bunun gibi birçok hakareti her yaptıkları yanlışlıklarında kendilerini ikaz eden kişi ve kurumlara karşı kullanmış ve kullanmaya da devam etmişler ve bu şekilde yaptıkları icraatlar da vatandaşı baskı altına aldılar.
FETÖ terör örgütü liderini kendilerine yakın görüp beraber yürüdükleri yıllar boyunca Devletin her kademesine adamlarını yerleştirerek hissettirmeden büyütüp darbe aşamasına gelene kadar fark edememişlerdir.
Hatta çok daha ilerilere gidip iş birliği içerisinde adına Ergenekon ve Balyoz dedikleri bir kumpas ile beraber Türk Silahlı kuvvetlerinin göz bebeği komutanlarını vatana ihanetten zindanlara atmış, Türk silahlı kuvvetlerini itibarsızlaştırmışlardı.
14 yıllık bu süreçte geleceği göremeyen, olayları çözemeyen, yönetim anlayışını ve bu yanlışlarını aldatıldık, kandırıldık kelimelerine sığınarak kendi ağızlarıyla defalarca dile getirmişlerdi.
Maalesef 14 yıllık bu süreçte yollara ve köprülere sığınarak ülkemizi çıkılması zor bir buhranın içerisine sürüklediler.
Elbette Türk milletinin geçmişte de günümüzde de dostu yoktur ve asla olmayacaktır. Biz bunu bilir ve buna göre yaşarız, yaşamak zorundayız ve şikâyet ederek acizliği buna bağlayarak ört bas etmemeliyiz.
Şimdi ise adına her ne denilirse denilsin başkanlık sistemi dayatmasıyla karşı karşıyayız. Bunu yeni anayasa adı altında anayasanın 19 maddesini değiştiriyoruz diyerek Cumhurbaşkanını tek söz sahibi haline getirmek üzere kurgulanmış bir dikta rejimi olarak önümüze sunuyorlar.
Oysaki Cumhurbaşkanı bile 15 Aralık günü muhtarlara yaptığı konuşmada Türkiye’nin Suriye ve Irak gibi iç savaşa sürüklenmek ve bölünmek istendiğini ifade etmiştir. Bu kadar ağır bir tehdit ile karşı karşıya olan hiç bir ülke, sistem değiştirme riskine girmez.
Tabi yine buna karşı gelenleri ağır ithamlarla hatta vatan hainliği ile suçlayacaklar her zaman yaptıkları gibi.
Tarihimize, teamüllere ve içtihatlara baktığımızda, Anayasamızın yine klasik parlamenter yorumla uygulanması en doğrusudur.
Cumhurbaşkanının tarafsızlık sorumluluğudur. Cumhurbaşkanı, taraflar üstü, tüm milleti temsil eden, birleştirici bir üst akıl gibi düşünülmüştür.
Bugünkü kutuplaşmış Türkiye’mizde, birleştirici, kucaklayıcı ve tarafsız bir Cumhurbaşkanına ihtiyacımız her zamankinden fazladır.
Ülkemizde yıllardır uygulanan parlamenter sistemin iyi ya da kötü yanları muhakkak var bunları daha iyi duruma getirme imkânı mevcut, durduk yere bir ulus devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni bir kişinin inisiyatifine bırakma çabası nedendir.
Gelecek nesillere miras bırakacağımız Vatanımız hakkında ki kararlarımızı iyi düşünüp taşınıp vermeliyiz, yoksa yarın ardımızdan Fatiha bile okuyacak kimse kalmaz.