İnsan tabiatından örneklersek enflasyon; vücudumuzdaki tansiyon gibidir, yükseği de hasta eder; öldürür, azı da hasta eder veya sıfırsa zaten hakkın rahmetine kavuşulmuştur. İnsan örneğinde olduğu gibi sıfır ve sıfıra yakınsak enflasyon da makbul değildir; ölü veya ölüme giden bir ekonomiyi ifade eder. Yine yüksek enflasyon da makbul değildir; gelir eşitsizliği doğurur, fakir daha fakir, zengin daha zengin olur. Ancak her anıyla kontrol altında olması da zaman zaman mümkün olmaz.
2009 yılında başlayarak, şundan çok yakın zaman evveline kadar ABD ve Avrupa tansiyonun yani enflasyonun çok düşük olmasından sebep ile ardı ardına genişleme politikaları ile enflasyonu arttırma çabasındaydılar. Japonya ise yirmi yıllık bir periyotta enflasyon yaratmak için bin türlü formül denedi. Ancak şartlar değişti. Artık bahse konu ülkeler bile enflasyonun her an uçuşa geçebileceğinden hareketle muhtemel tedbirler üzerine çalışmalar yapmaktalar.
Nedenlerine göre üç çeşit enflasyon olsa da ikisi önemlidir. Bunlardan biri “arz”, diğeri “talep” yönlü enflasyon. Teknik bilgiler ile boğmayacağım…
Ekonomilerin açılmasının getirdiği talep de çok etkili olsa da, bu dönem ekonomileri tehdit eden “arz” yönlü yani “maliyet” enflasyonudur. Küresel üretim ve lojistik zincirinin ahenginin bozulması ile beraber olağanüstü maliyet artışları meydana gelirken, küresel ısınmanın tezahürü ile meydana gelen kuraklık ise tedarik sorunlarını meydana getirdi.
Aşağıdaki grafiğe kısaca bir göz atacak olursak durumun ne denli vahim olduğunu anlayabiliriz.
Bu verilere ek olarak bugün itibariyle doğal gazda fiyat artışının son on iki ayda yüzde 420’yi (4 katı) bulduğunu da belirtmekte fayda var.
Türkiye örneğine de bakacak olursak, TÜİK’in 30 Eylülde açıkladığı rapora göre;
Tahıl ürünleri üretim miktarlarının 2021 yılında bir önceki yıla göre %15 oranında azalarak yaklaşık 31,6 milyon ton olacağı tahmin edildi.
Bir önceki yıla göre buğday üretiminin %13,9 oranında azalarak yaklaşık 17,7 milyon ton, mısır üretiminin değişmeyerek 6,5 milyon ton, arpa üretiminin %30,7 oranında azalarak yaklaşık 5,8 milyon ton, çavdar üretiminin %32,4 oranında azalarak 200 bin ton, yulaf üretiminin %9,1 oranında azalarak 286 bin ton olacağı öngörüldü. Yani arzdaki azalışa biz de şahidiz. Arz azalırsa, fiyat seviyesi artar…
Türkiye özelinde kur artışlarının getirdiği çarpan etkisi ile fiyat artışlarının daha da fazla gerçekleştiğini de hesaba katmak lazım. Zira bahse konu bilgilerdeki artışlar USD cinsinden artışlardır.
Küresel çapta bütün devletleri zorlayan bu şartlar siyaset ve politika yapıcılar için de zorlu bir süreci önlerine koydu ve ne yazık ki 2022 yılında da küresel şartlar daha iyi olmayacak.
Her ne kadar küresel çapta ve büyük bir şiddetle gerçekleşen arz yönlü fiyat artışları olsa da siyaset yapıcıların bu şartlar altında enflasyon altında ezilen dar gelirlinin hayat şartlarını iyileştirme mecburiyeti bulunmaktadır. Bu nedenle kur artışlarının meydana getirdiği maliyet enflasyonuna daha fazla önem vermekte fayda olacağı kanaatindeyim.
Siyasetin şunu unutmamasında fayda var;
Hane halkı Türkiye’de ekonominin iyi gidip gitmediğine “faiz” üzerinden değil de “dolar kuru” üzerinden bakar.
Yani elinde doları olsun veya olmasın; dolar kuru olağan dışı artıyorsa ekonomi kötüdür algısı yerleşik bir kanaattir.
Faiz kaç diye hane halkına sorsanız kimse bilmez, ancak dolar kurunu sorsanız 12 yaşındaki çocuk bile bilir.