Bazen kötülüklere tanık olduğum zaman şükretmiyorum değil! Tabii ki, kötülüğün kendisi için değil, bunu gördüğüm, yaşadığım, buna şahit olduğum için bu şükür. Gerçi, şükür şükredileni arttırır derler ya, kalbimden geçen şükrün nasıl bir şükür olduğunu bilmesi gereken biliyor! Zira bu şekilde acıların farkında olabiliyorum çünkü ben farkında olmak istiyorum. Kötülüklerin yok edilmeyeceğini biliyorum, ancak en aza indirgenmesi için mücadele etmenin insan olmanın gereği olduğunu düşünüyorum.
İnsanlar o kadar kendi telaşlarındalar ki, çevrelerindeki kötülük otlarını sökmek için bellerini büküp de yere eğilmiyorlar. Sanırsın herkes Mevlâna! Bir sevgi edebiyatıdır tutturulmuş, gelgelelim samimiyet yok! Çıkarına uyanı sev, uymayanı sevme; kötülüğe ise her daim sessiz kal! Oh ne âlâ! Oysa ki, sevginin çoğalması için öncelikle ona daha fazla yer açmak gerek, yani zehirli otların çevreye zarar vermesine engel olmak gerek!
İşçisini sömüren patronun, entrikacı medyacısının, pragmatist siyasetçisinin ve daha birçok kötünün farkında olmasına rağmen, “ birbirimize bir gün lâzım oluruz, aman sessiz kalayım” zihniyetindeki acuzelere şahitlik ettikçe, dini kitapları daha çok karıştırır, din bilgisi yüksek yetkililer ile daha çok sohbet eder oldum!
Kötülüğe sessiz kalmak iman eksikliğindendir
Öyle “inanıyorum” demekle olmuyor bu işler, ya da haccı “suyolu” yapmakla veyahut inancını kendine slogan yapmış partilere üye olmakla, Cuma namazına gitmekle, hatta kuru kuruya beş vakit yere eğilip kalkmakla! Yarınki siyasi kariyerinin endişesiyle “herkese al gülüm, ver gülüm” demekle olmuyor!
Bu arada, kimsenin namazına sözümüz yok, o Allah ile kulu arasında; kimin göz boyamak istediğini bilebilecek olan da ben değilim! Ama şu da bir gerçek ki, manevi duyguları yüksek “görünenlerden” toplumsal konularda duyarlılık görmeyince de şoke oluyor insan!
“Halka hizmet, Hakk’a hizmet” diyerek yüreğinle çıkmışsan yola, mert olacaksın! Tek bir insana dahi yapılmış bir adaletsizliğe karşı vurdumduymaz kalmayacaksın, “bana dokunmadın a yılan, o halde sen bin yıl yaşasan da olur!” demeyeceksin!
Bana ne?
Şu an kendilerince rahatı yerinde olanların, düzen kendisine çalışıyor zannını taşıyanların, bugün yediklerinin yarın yiyeceklerinin müjdeleyicisi olduğu yanılgısında olanların çevrelerine kör gözlerle baktıkları gibi, adeta bacak bacak üstüne atıp, çekirdek çıtlatırcasına, etrafı güzel bir film izliyormuşçasına seyre dalışlarına ortak olmayacaksın! Zira, bu tür insanların düzeni mümkün olduğunca iyiye doğru değiştirme gibi bir endişeleri, toplumu bir adım daha ileri götürme gibi bir kaygıları yok ki! Salla başını, yap yalakalığını, al maaşını; şişir göbeğini şişirebildiğine… Öte tarafta acısı olanlar mı? Aman kime ne? Herkes kendi kaderini yaşıyor nasıl olsa; başkasının acısından bana ne?
Ey sen!
Oysa bilmiyorlar ki, kötülük tohumlarının filizleri zamanında kesilmezse, belki yarın kendi çocuğunun olmasa bile, torununun boynuna dolanacak… Bir bilseler, bu bencillikleriyle acınacak haldeler! Zannediyorlar ki, susanlar makbul! Yanılıyorlar! Bu, sadece tembelliğin ve bencilliğin ulaştığı son nokta!
Birileri kötülüğe savaş açmasaydı, bugün Amerika’daki zenciler hâlâ otobüsün kendileri için ayrılmış bulunan ikinci sınıf alanında oturuyor olurlardı! Oysa onların bugün zenci bir devlet başkanları var!
Kötülüğe sessiz kalanlar, buna karşı çıkanları da “mahallenin delisi” ilân ediveriyor; iş bitiyor! Kim kime dum duma. Vur patlasın, çal oynasın; yalancı dünya!
Kötülüğün, hakka tecavüzün palazlamasına müsait ortamların oluşmasına karşı çıkmayanlar, bu müsait koşullarda türeyen her suç kendi ellerinden çıkmış kadar sorumludurlar. Ey sen, özellikle de mücadele etme konumunda bulunan! Sustuğun ölçüde bunun ortağısın!
Yapılan kötülükten birbirlerini alıkoymayanlar!
Bakınız Maide suresi 79’da bu konuda ne diyor: “Onlar işledikleri bir kötülükten birbirlerini alıkoymaya çalışmıyorlardı. Yaptıkları ne kadar da kötüydü!”
Yine, Brachovel’in; “Bir haksızlık karşısında ‘tarafsızım’ diyen biri, artık bir ‘taraf’ olmuştur” şeklindeki düşüncesine katılmamak da mümkün değil.
Kötülüğün iyilikten daha çok görülüyor olmasının nedeni, kötülük ile mücadelede gösterilen ataletten; insanların günü kurtarmak dışında bir telaş taşımıyor olmalarından dolayıdır.
Hz. Peygamber: Allah, onların kalplerini birbirine benzetti
Ebu Davud, Abdullah b. Mesud’dan peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“İsrailoğulları’nda ilk meydana gelen zaaf şuydu; onlardan biri kötülük yapan birine rastladığında: ‘Ey adam Allah’tan kork ve yaptığın işi bırak çünkü bunu yapman sana helal değildir’ dedi. Fakat ertesi gün tekrar onunla karşılaştığında bu durum onu beraber yemek, içmek ve oturmaktan alıkoymazdı. Onlar böyle yaptıkları için Allah, onların kalplerini birbirine benzetti.”
Sonra Peygamber “İsrailoğulları’nın kâfirleri Davud ve İsa’nın diliyle lanetlendiler” diye başlayıp “onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” diye biten ayetleri okudu. Arkasından sözlerini şöyle bağladı. “Allah’a yemin olsun ki, hayır siz iyiliği emredecek, kötülüğe engel olacaksınız. Zalimin elini tutup zulüm etmesine engel olacaksınız ve siz onu doğru yola geri çevirene kadar mücadele edeceksiniz.”
Mücadele etmek mi? Nerdeee! Memlekette hak yiyen yiyene… İşçi sömürülüyor bir yandan; işler ehil olanlara değil, adamı olanlara veriliyor diğer yandan. Müteahhidi ucuz ve bozuk iş derdinde… Adalet saraylarında birikirken dosyalar, bizler şunun bunun selülitlerinin derdinde, günü kurtarma peşinde, bir sonraki seçimde iktidara gelemezsek ne yaparım telaşında kaba etlerimize yer arama hesaplarının telaşındayız!
İmanın en zayıf derecesi
Hazreti Peygamber’in şöyle buyurduğu da bildirilir: “Sizden kim bir kötülük görürse, ona eliyle engel olsun. Eğer gücü yetmezse diliyle; ona da gücü yetmezse kalbiyle engel olsun. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”
Ne demek isteniyor burada? Bir hocamızın yorumuyla söyleyeyim: “El” ile değiştirme gücüne sahip olan devlettir. Meşru bir otorite yani devletin gücü bu kötülüğü ortadan kaldırmalıdır.
“Dil”e gelince, bunu yapacak olanlar ise âlimler, kanaat önderleri yani sahasında uzman olan kişilerdir. Bu kişiler, bu kötülük konusunda fikir beyan etmeli; bunun yanlış olduğunu söylemelidirler.
“Kalbi” ile engel olmaya gelince; bu ise, halkın görevidir; halk, beğenisini ya da onaylamayışını göstermek suretiyle tepkisini ortaya koyacaktır. Haksızlık karşısında susmak, şeytanî bir olgudur!
Ayrıca, belirtelim ki, Hazreti Peygamber, “yolda insana zarar veren bir şeyi kaldırmak, imandandır” der. Yani, “Buranın nasıl olsa bir çöpçüsü var, dememek lâzım!”
Kınamazsanız, toplum “tümden” cezalandırılır
İmam Ahmed, Adiy b. Ümeyre’den Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Cenabı Allah halkın tümünü belirli bir grubun yaptıkları yüzünden cezalandırmaz. Ne zaman ki halk arasında kötülük işlenir, onlar da güçleri yettiği halde onu kınamazsa, Allah onların hepsini tümden cezalandırır.”
İçinizde kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun!
Ali İmran suresi, 104. Ayette bakınız bu konuda ne deniyor: ‘Aranızda hayıra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte gerçek kurtuluşa erenler bunlardır.’
Hiç kimsenin kınamasından korkmadan doğruyu söylemek
Buyurun size Tarık Yılmaz Bekler’den bir alıntı: “ Peygamber efendimiz Müslümanların hiç kimsenin kınamasından korkmadan her yerde doğruyu söylemelerini isterdi. Bir gün; iyiliği hatırlatıp kötülüğe engel olma konusunu anlatıyordu. Bunu şöyle bir örnekle açıkladı: ‘Gemi yolcuları alt ve üst katlara yerleştiler. Geminin alt katında seyahat edenler; ‘su ihtiyacını sağlamak için ikide bir yukarıya çıkıyor, üstekileri rahatsız ediyoruz; geminin tabanında bir delik açıp suyu oradan alalım ’diye konuştular. Bu durumda üst kattakiler onlara engel olmazsa hepsi birden boğulup gider. Eğer onlara gemiyi delmenin yanlış olduğunu anlatırlarsa, hem kendilerini hem de ötekilerini boğulmaktan kurtarırlar.’(Buhari, Şirket 6, Şehadet 30)
Daha ne yapalım, parende mi atalım?
Hadislerden, ayetlerden örnekler verdik; biraz da halk deyişleriyle konuşalım! Yanında dolaştığın, elini sıktığın insana dikkat edeceksin! “ Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!” demişler! Daha serti de var bunun: Gördüğün kötülüğe sessiz kalır ve kötünün yanında dolaşmasına izin verirsen, yarın bir gün ardından; “ İt itin eti yemez ki!” derler; “ İt itin kuyruğuna basmaz” derler!
Şeytanın yanında yürüyenler! Unutmayın ki, şeytanın dostluğu darağacına kadardır!
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna AZ!
Günün sözü:
Yaşamımızı ölüm kaygısıyla, ölümümüzü de yaşama kaygısıyla bulandırıyoruz. (Cemil Meriç)
Bir sorum var:
Doğarken nefesle gelir; ölürken nefessiz gideriz. Nefes; ilk hediye edilen ve en son geri alınan bir emanet midir? Hem ilk, hem son olmasının önemi nedir?
Sağlıcakla kalın!