Mehmet Altan Beykoz Güncel'de!

Star Gazetesi Başyazarı Mehmet Altan, anayasa değişikliği ile ilgili 12 Eylül?de yapılacak halk oylamasını Beykoz Güncel Haber?e değerlendirdi. Bir dönüm noktası olan 12 Eylül referandumu hakkında gazetemize çok önemli açıklamalarda…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Star Gazetesi Başyazarı Mehmet Altan, anayasa değişikliği ile ilgili 12 Eylül?de yapılacak halk oylamasını Beykoz Güncel Haber?e değerlendirdi. Bir dönüm noktası olan 12 Eylül referandumu hakkında gazetemize çok önemli açıklamalarda bulunan Mehmet Altan, Türkiye?nin referandumda ?Evet? demesi halinde büyük bir değişim yaşayacağını, halkın refahının artacağını, ?Hayır? demesi halinde ise, Türkiye?de hiç kimse yeni bir şey talep etmek durumunda olamayacağını, şuan bulunduğundan çok daha geriye gideceğini söyledi.

İşte röportajımızın tamamı:

Neden bu anayasa değişikliğine gerek vardı? Biz ülke olarak neden bu kadar geriliyoruz?

Devletin ya da toplumun işleyiş mekanizmasını, yaşam kalıplarını günlük hayatın akışını belirleyen şey Anayasadır. Anayasa, o ülkenin egemeninin kim olduğunu tayin eder ve bütün diğer mevzuat da ona göre şekillenir. Türkiye bugün itibariyle 12 Eylül rejiminin yani egemenliği elinde tutan 5 darbeci askerin anlayışına, mantığına, gücüne ve bunların daim olmasına yönelik bir düzenlemenin içerisinde 30 yıldır bulunuyor. Burnunda devalüasyon olan bir adam bir şekilde bundan haberdar değilse, çok sağlıklı nefes alıyorum zanneder. Ama devalüasyonu geçtiği vakit esas nefes almanın başka bir şey olduğunu öğrenir. Biz nefes alıyoruz zannediyoruz ama burnumuzda çok ağır bir devalüasyon var. Oksijensiz yaşıyoruz. Fakat bol oksijenle gerçek bir demokraside yaşamanın ne olduğunu bilmediğimiz için de kıyaslama kabiliyetimiz yok. Aslında olması gerekeni bilmediğimiz için mevcut olanla da çok ilgilenmiyoruz. 30 yıl önce ben yabancı ülkelerde öğrenciyken hastanelere giderdim. Müthiş Norveç vapurları gibi oksijenli ortamlarda sıra alırdım, herkes düzgün bir şekilde sırasını beklerdi. Bize bu uygulama ancak 30 yıl sonra gelmeye başladı. Halbuki bu ülkenin insanları da çok iyisini yaşamaya, insanca bir davranışa layıklar. Onun için bu rejimin değişmesi lazım.

Siyaset kurumları da aslında bu 12 Eylül?ün bir ürünüdür. Çünkü bütün partiler 12 Eylül anayasası mevzuatına göre kurulmuştur. Bu mevzuat 600 tane çok önemli yasaya göre değişiyor. O yasalardan biride siyasi partiler yasasıdır. Yani bütün siyasi partiler 12 Eylül mantığına göre hazırlanmış bir yasaya göre kuruluyor ve faaliyet gösteriyor. Bu anayasa değişikliğinin çok önceden yapılması gerekiyordu. AB standartlarına göre darbecilerin yargılanması gerekirdi. 12 Eylül rejiminin de yok edilmesi onun yerine demokrasinin inşası gerekiyordu.

Şimdi çok gecikmiş bir vaziyette bunu sınırlı ve kısıtlı bir şekilde yapma girişimi var. Bunun önemi şu; buna büyük bir destek gelirse Ak Parti bundan sonra 2007 de söz verip yapmadığı anayasayı mecburen değiştirmek zorunda kalır. Hem bir taraftan 12 Eylül rejimini şurası burası törpülenmiş olacak ama bundan daha önemlisi yüksek sesle söylememiz halinde bir deli gömleğini üstümüzden çıkartmanın esas sorunu olduğunu iktidara, tüm Türkiye?yi yönetme iddiasında olanlara, devlete haykırmış olacağız. Bunu bir parti meselesinden ziyade rejimi demokratikleştirme meselesi olarak görmek gerekir.

Demokrasi bizim en alt, en üst ve orta düzey insanımıza ne getirecek?

2008 yılı itibariyle yapılan hane geliri araştırması var. Türkiye?de 16 milyon yoksul var, 348 bin aç yatan insan var. Çalışanların %25?i hala tarımda çalışıyor. %60?ı mesleksiz, 40 bin mezra var. Tuzla tersanesinde ölenler, Kurbağalı Dere taşınca cesedi kaybolan işçi. 20 milyon kayıtlı 10 milyon kayıt dışı işçimiz var. Allah korusun başına bir şey geldiğinde sigortası yok. Şimdi bu resim neden değişmiyor? Çünkü bu buradaki rejimin, sistemin, devletin sahibi bu insanlar değil, burada askerler, siyasetçiler ve zenginlere göre kurulmuş bir rejim var. Halkın, bireyin, yönetilenin lehine, insan odaklı bir düzen yok. Onun için insanlar günlük hayatlarının acılarını neden böyle olduklarını analiz edemiyorlar. Halbuki o insanları adam yerine koymayan, bit şekilde onların yaşamını daha nitelikli hale getirecek bir büyük faaliyetim özünü şekillendirmeyen şey bugünkü rejimin aslında vatandaştan yana olamaması. Bunu daha anlaşılır şöyle anlatabilirim; Osmanlı İmparatorluğu devam ediyor saray ve tebaa var. Herkes saraya girmek istiyor, siyaset de bunun aracı. Onun için 60 küsur parti var. Buradaki en korkunç şey sıradan vatandaş olmak. Neden? Çünkü rejim sıradan vatandaşı yok sayıyor. Halbuki demokrasi esas sıradan vatandaşın egemen olduğu, güçlü olduğu, baş tacı edildiği bir yapıdır. Onun için gerçek demokrasilere gittiğiniz vakit insanların davranışlarına şaşırırsınız. Burada saraydaki egemen olanların davranış şekillerini herkes hedef aldığı için saraya girmek ister. Eğer devletin içine etkin bir makamda değilsen zengin değilsen hayat çok zor. İnsanın esas alındığı bir rejim gerekiyor. En mağdurları en müreffeh yapabilecek bir rejim değişikliğine ihtiyaç var. Anayasa insanlar bunu fark etmese de insanları aşağılıyor. Birazda gerginliklerden zaaflardan mağduriyetlerden beslenen mihraplar oluşmuş bugün partiler ve STKlarla ilgili kısımlarda. Partiler iktidar kavgası yapıyor. Türkiye?de yapılması gereken rejim kavgasıdır.

Rejimden kasıt ne?

Rejim o ülkenin egemeninin kim olduğunu belirleyen ilke ve kurallardır. Ben Bingöl?ün Yenisu ilçesinde kırsalda çalışan bir köylüysem bugünkü rejimin sahibi sayılabilir miyim? Oto sanayinde çalışan bir çıraksam hayatın benim yaşam biçimimi rahatlatan şekilde kurulduğunu iddia edebilir miyim?

Bu anayasa söylediğim insanların, yığınların lehine olan bir anayasa değildir. O zaman rejim onların egemen olduğu rejim değil. Peki rejimin egemeni kim? Bu rejimin egemeni bir kere 12 eylül darbesini yapan askerler aynı zamanda zenginler ve bir şekilde siyasette bir noktaya gelmiş insanlardır. Hala rejim denilince korkuyoruz. Bu bizim demokrasiden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Türkiye?nin bu anayasa konusunu sağlıklı değerlendirebilmesi için rejim nedir, siyasi partilerin iktidar kavgası nedir bunu ayırması lazım. Türkiye?nin egemeninin halk olduğunun tespiti ile buna yönelik bir zihniyet, anayasa, yasa, devlet değişmedikçe hiçbir şey değişmez. Bu bir derin adım değil ama bunu olanaklı kılacak bir adım. Yani bunu CHPli, MHPli, AKPli, BDPli olarak düşündüğün vakit bunların oyun oynadıkları ve faaliyet gösterdikleri temel alanı ve oyun kurallarını göremezsin. Çünkü Türkiye sisteme değil siyasi partilere bakıyor. Peki bu siyasi partiler hangi sisteme göre hareket ediyorlar. Önemli olan o sistemin kendisinin tespitidir. Bu sistem yoksulun, işsizin, halkın, sıradan vatandasın, bireyin, insanın esas kabul edildiği merkeze konduğu bir yapı değil. Burada neden herkes zengin olmak istiyor. Niye herkes siyasete girmek istiyor. Çünkü sıradan olduğun vakit ölmüşsün bitmişsin demektir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti?nde sıradan vatandaş olmak cehennemde sıra beklenmekten farksız. Peki hukuk kimler için? Hukuk yönetilenler için hiçbir zaman olmayan bir kavramdı. Şimdi o yüzden Ergenekon falan herkes şaşırıyor. Şekil şartları özenli değil, adamlar çok yatıyor diye yakınıyorlar. Peki halk cumhuriyet tarihi boyunca yıllardır bütün özensizliklerin mağduru oldu. İlk defa Türkiye?nin tarihinde yönetenleri de hukuk denetlemeye başlayınca hepsinin aklına hukuk şekil şartları geliyor. Neden herkes siyasetle çok ilgili? İnsanlar burada toplumsal olarak tebaanın esas olduğu sarayı yıkacak bir rejim kuramayacakları için hiç olmazsa kıyısından köşesinden saraya girme çabasındalar. İşte anayasal rejim dediğimiz şey o toplumun sarayı egemen kılan anlayışı berhava edip tebaanın çıkarları üstüne bir rejim kurmaktır. bu değişikliklerin hepsi temelde bu rejimin demokratikleşmesi yönetilenlerin esas alınması insan odaklı bir hale getirilmesi için bir adım olarak kabul edilmelidir. Bu rejimin nispeten elinin kolunun budanması için evet denilmelidir. Ama Türkiye?de rejim tartışılmadığı için bu konu bir iktidar kavgası halinde değerlendiriliyor. 2010 yılındayız hala siyasi olarak anlatılan şey yol yaptık, su getirdik. Ben küçük ir çocukken de 50 sene önce bunlar söylenirdi. 2010 yılında halka vaat edilen başarı olarak gösterilen şey hala yol, su düzeyinde.

Biz hep Türkiye?de bir şeyleri görmezden gelerek öteleyerek konuşuruz. Türkiye?de Kürt sorunu görmezlikten gelindi. Toplumsal barışın olmadığı bir yerde ekonomik gelişme olur mu, sosyal refah olur mu? İnsanların hukuka saygısı kalmamış, Elazığ?dan ötesiyle iletişim kuramıyorsunuz. İstanbul?da, Adana?da, İzmir?de, Mersin?de kamplaşmalar oluşmuş. Toplumsal barışı sağlayamadıktan sonra sizin yapacağınız hangi yenilik, hangi çaba gelişiminize katkı sağlar ki? Bu anaysa değişikliğini biraz da bunun yolunu açma yönelik olarak görmek gerekmez mi?

Vatandaş devletin sahibi olsaydı, Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, alevi sorunu, roman sorunu olur muydu? Olmazdı. Çünkü AB standardında bir ülkede bireyin doğuştan elde ettiği temel hak ve özgürlükleri var. Bu kavramlar Türkiye?ye fazla geliyor. Ben rejim deyince, rejimin ne olduğunu anlamayan geridir. Temel hak ve özgürlükler dediğim vakit bunu anlamayan geridir. O zaman ne oluyor sistemin bel kemiği kavramlarını bilmeyince fanatik parti kavgası yapılıyor. Buradaki sorun Kürt sorunu değil. Buradaki sorun Türkiye Cumhuriyeti?nin vatandaşını yok saydığı için onun temel haklarını inkar etmesidir. Kürt sorunu böyledir, Türk ırkından değilsen sen düşmansın. Türk ırkından olanları baş tacı mı ediyorlar? Onu da etmiyorlar. Ama bir şekilde ırkçı bir söylem üstleniliyor ve bu da vatandaşlıkla çelişiyor. Bu bir askeri cumhuriyet biz de onun yanına ilişen onun yanında kendine yer arayan, onun izin verdiği kadar zengin olanlarız.

Siyaset ve iktidarı denetleyen kurumlar sadece muhalefet değildir. Aydınlardır, STK?lardır, sendikalardır, medyadır.

Rejime muhalefet etmesen muhalefet etmiş sayılmazsın. Bu siyasi kavga değil sistemin değişmesidir. Bir ülkede askeri yargı varsa, o ülke doğal hukuk devleti olmaz. Emir komutaya dayalı olduğunu iddia ettiğin bir paralel yapı varsa ve hiç kimse bunu gündeme getirmiyorsa burada zaten hukuk devleti olmaktan çıkıyorsun.

Böyle siyaset parlamento iktidarı olur. Sen parlamentoya girdiğin vakit zaten halk olmaktan, yönetilen olmaktan çıkıyorsun ve onu yok eden bir sistem kavgası yapmıyorsun. Bir anlamda bu yeni değişiklik bu rejim konusunu mevcut yapıyı irdelememizi olanak verecek bir bilinç için çok önemlidir. Buna evet denmesi halinde esas meseleye önemli bir adım atmış olacağız. Onun için bu mevcut değişiklikler ve kavga yığınlar için, yönetilenler için, yoksullar için en son aşama değil başlangıçtır.

Beykoz?da 3 tane fabrika vardı. Şişe cam, deri kundura tekel fabrikası. Sistem özelleştirme gereği bir karar almış bunları taşımış gitmiş. Ama yerine ikame edecek bir alternatif üretmedi.

Çünkü o toplumun dinamiği oradaki eskimiş, aşılması gereken yapıyı dönüştürürken onun yerine bir şey yaratmıyor. Rejimin niteliği yalı sahiplerine değil değer yaratmayan çalışanlara yönelik bir anlayış içinde olsaydı o sistem çok daha sağlıklı olurdu. Beykoz?da zenginlik üretebilecek bir dinamik yok. Beykoz?da yalın varsa başka bir hayatın, Şişe Cam?da çalışıyorsan başka bir hayatın vardır. Beykozdaki sanayi dönemine ait köhnemiş yapının çekilmesi halinde oranın çökeceğini gören ortak bir akıl yok muydu? Neden yok? Çünkü rejimin sistemin öyle bir derdi yok. Paçasını kurtaran kaptan. Eğer bugün Türkiye?yi yönetenler kendi mesleklerinde kalsalardı, bugünkü yaşam düzeyi, konumu ve etkinliğinde mi olurlardı. Niye mesleğini yapan, siyasete atılan kadar etkin olamıyor? Çünkü saraya girmenin yolu siyaset. Onun için bu anayasada rejim değişikliğini yapan kısıtlı adımı görmemiz lazım. Ben Ak Parti?ye karşıyım onun için hayır demek; 12 Eylül rejimi devam etsin ve sarayın hakimiyeti sürsün anlamına gelir. Bu Ak Parti sorunu değildir. Bu Türkiye?deki egemenliğin halka devredilmesi noktasında sınırlı bir adımdır. Bu anayasa ile Türkiye?nin dinamiği değişecek. Buna hayır demenin hiçbir mantığı yok. 12 Eylül rejimine vurulacak her darbe, Türkiye?nin dezavantajlı konumdaki insanlarının yönetimin odak noktasında olmasını sağlayacak bir adımdır.

Bu ülkede sivil dikta söz konusu mu?

Hayır. Demokratik bir hukuk devletinde sivil dikta kurulabiliyorsa zaten o senin devletleşemediğini gösterir. Örneğin bir cemaat devleti ele geçirebiliyorsa o zaman devlet devlet değildir. Demokrasilerde anti demokratik eğilimlere karşı sistemin kendi reaksiyonunu koruması gereken refleksleri vardır. Devlet hiç kimsenin ele geçiremeyeceği büyük bir organizmadır. Askeri rejim olduğu vakit devlet ele geçmiyor da bir başkasının yönetimde etkinliği artınca mı ele geçiyor. Aslında devlet hiç kimsenin etkin olmadığı evrensel hukuk kuralları çerçevesinde etkin olmalıdır.

Hayır çıkarsa ne olur?

Hayır çıkarsa bugün Türkiye?de hiç kimse yeni bir şey talep etmek durumunda olamaz. Şuan bulunduğundan çok daha geriye gider. Türkiye?de mevcut halkın lehine yönelik kitlelerin lehine yönelik, AB standardına yönelik daha iyi bir adım atmanın hiçbir talebinin olmadığı anlamına gelir. O zaman her şey müstahaktır. Kimse şikayet etmesin o zaman. Bu değişiklik yönetilenlerin, çaresizlerin lehine atılan yetersiz ama olumlu bir adımdır.

Türkiye?de asli unsur tartışması çıkarılmaya çalışıyor?

Bunlar palavra laflar. Nüfus 70 milyonsa her biri pay sahibidir. Burası devlet ve ona tabi vatandaşlar var. Ben buranın vatandaşıyım dediğimde devletle benim aramda anayasadan doğmuş hak ve yükümlülükler anlaşması var demektir.

Mehmet Altan Beykoz Güncel'de!
Bizi Takip Edin