Bir şehir düşünün
İnsanlar günün her saatinde sokaklarda ve her yer seyyar satıcılarla dolu Şehrin kanalizasyonu evlerle yol arasında ve üzerleri açık durumda. İnsanlar bulaşıklarını, elbiselerini ve çocuklarını o kanalların yanında veya içinde yıkıyor. Yedikleri her şeyi sokaklarda hazırlıyorlar.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım manzara Afrika’dan
İnsanlarla konuştukça ve bizim Türkiye’den geldiğimizi gördükçe ilgi ve sevgilerini yüksek sesle gösteriyorlar. O zor ve sağlıksız ortamda Türkiye ve Erdoğan dediklerinde gözlerindeki parıltıyı ve içlerindeki umut ışığını görüyorsunuz.
Dostlar; Afrikalı Müslüman kardeşlerimiz yüzyıllardır haçlı batının zulmü altında inim inim inliyor.
Kâfirlerle savaşacaksınız diye kandırıp, o Müslüman kardeşlerimizi Çanakkale’de bizim karşımıza sürmüştü haçlı batı
Öldürmek ve yok etmek için geldikleri Türkleri cephede namaz kılarken gördüler. Biz Allah-u Ekber diyen Müslüman kardeşlerimize kurşun sıkmayız deyince kendilerini getiren batılı askerlerce kurşuna dizilerek bizim 253 bin şehidimizle birlikte şehit oldular.
Çanakkale cehenneminde Allah-u Ekber diyerek ölüme koşan kahramanların davası vatan, namus ve din yani milli ve manevi değerlerimiz değil miydi?
O ulvi değerler için 253 bin yiğit yürek, değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli diyerek şehadet şerbetini içtiler ve vatanımızı bizlere emanet ettiler.
Maalesef Çanakkale Savaşından çok önce başlayan batılılaşma sevdası, zaman içinde yanlış yola saparak/saptırılarak insanlarımızı kendi medeniyet değerlerinden çok batının değerlerini benimsemeye ve yaşamaya alıştırdı.
Elbette en modern, en başarılı olan ilim, fen, sanat ve teknolojiyi takip etmek, kazanmak ve geliştirmek durumundayız. Bütün bunları yapmak için ise kendi medeniyetimizin değerlerini, milli ve manevi değerlerimizi kaybetmek zorunda mıyız?
Bugün kendi medeniyetimizle, tarihimizle ve kendi coğrafyamızla yeniden kucaklaşmaya başlayınca; dünyanın bütün Müslüman ve mazlumları umut olarak Türkiye’yi görüyorlar.
İşte bu noktada zamanın ruhu bizi seçim yapmaya mecbur ediyor.
Ya kendi geleceğini Türkiye’mizde yani bizlerde gören milyarları hayal kırıklığına uğratacağız ya da milletçe tarihten gelen misyonumuzu yüklenecek ve o umutları dalga dalga zafere dönüştüreceğiz.
Bu manada gençlerimizin ayak seslerini şimdiden duyduğum güçlü geleceğe hazırlanması için ailelerimiz ve öğretmenlerimiz başta bütün toplumun aynı bilinç ve heyecanla adım atması kaçınılmaz bir gerçektir.
Özellikle ve öncelikle Milli Eğitimimizin milli ve manevi değerlerimiz ışığında dünümüz ile yarınımız arasında köprü olacak bir nesil yetiştirme misyonunu kendisine görev edinmelidir.
Bir millet gerçekten milli bir eğitimle bilgili, donanımlı ve şuurlu nesiller yetiştirirse geleceğe emin adımlarla yürüyebilir.
Donanımlı ve şuurlu bir nesil yetiştirmek için sadece eğitim ve öğretime odaklanmak yetmez. O özlediğimiz nesli yetiştirecek öğretmen ve idarecileri yetiştirmek, aynı zamanda onların da heyecanlarını diri tutmak gerekir.
Sonuç olarak; Milli Eğitimimiz şanlı geçmişimizden ilham alarak genç nesillerimizi güçlü gelecek vizyonumuza ulaştıracak misyonu hayata geçirmelidir.
Unutmayalım ki; kaybedecek zaman, boşa harcayacak saniyemiz yoktur.
Milyarlarca insan bizlere güveniyor ve bizlerden bir şeyler bekliyor.
Afrikalı çocukların gözlerinde o umutları gördüm.
Selam ve saygılarımla