Namazı kılmayınız, ikame ediniz…(!)

Yüce kitabımız Kur'an'da biz kullarına ısrarla namazı emreden Rabbimiz  “Namazı kılınız” diye buyurmaz; “Namazı ikame ediniz” diye buyurur. Bu sebeple biz de  yazımıza “Namazı Kılmayınız, İkame Ediniz” şeklinde başlık verdik….

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yüce kitabımız Kur’an’da biz kullarına ısrarla namazı emreden Rabbimiz  “Namazı kılınız” diye buyurmaz; “Namazı ikame ediniz” diye buyurur. Bu sebeple biz de  yazımıza “Namazı Kılmayınız, İkame Ediniz” şeklinde başlık verdik. İkame kelimesi namaz ibadetinin nasıl ifa edilmesi gerektiğini de açıklıyor aslında. Çünkü ikame kelimesi “dikmek, düzeltip doğ­rultmak, kıymetlendirmek, de­vam ettirmek, dikkat ederek yap­mak” anlamlarına geliyor. Bu manalar çerçevesinde düşündüğümüzde  Sevgili Peygamberimizin “Namaz dinin direğidir” hadisini  anlamlandırmak da kolaylaşıyor. Adeta buyrulmuş oluyor ki:”Siz namazınızı doğrultup düzeltirseniz,o namaz da sizi doğrultup düzeltir ve dininizi ayakta tutan bir direk, Müslümanlığınız için sağlam bir temel olur

Namazın nasıl ikame edileceği ya da insanı ikame eden(düzelten) bir namazın nasıl olması gerektiği ile ilgili önemli bir ölçüyü Mü’minun suresinin ilk iki ayetinde bulabiliriz: “Mü’minler muhakkak felaha(kurtuluşa) ermişlerdir. Zira onlar,namazlarında huşu içinde(kalbi ve bedeniyle tam teslimiyet halinde) dirler.”

Yukarıdaki ayeti kerimede geçen huşu kelimesi “ tam bir boyun eğiş ve bu boyun eğişin gerektirdiği eylemleri sergilemek, diğer bir ifade ile kalpler Allah korkusuyla dolu, uzuvlar sakin ve mutmain olarak namaza durmak, bütün himmetini bir merkezde toplayarak, Allah’tan başkasından yüz çevirmek, gözünü namaz kıldığı yerden ayırmamak” anlamlarını içermektedir. Taha suresinin 14.  ayetinde “Beni hatırlamak/ anmak için namazı ikame edin” buyuran Rabbimiz, Ankebut suresinin 45.ayetinde de “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı ikame et; çünkü namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor. Allah’ı zikretmek en büyük şeydir. Allah yapıp ettiklerinizi bilir.” buyurarak namazla hedeflenenin yüksek bir ahlak seviyesine erişmek olduğunu, bunun da ancak hayatımız boyunca her daim Allah’ı hatırlamaya ve anmaya vesile olan namaz ile mümkün olduğuna işaret eder. “Allah’ı hatırda tutmak, namaz ve ahlaki olgunluk” arasındaki bağlantılara dikkat çekilir. Mehmet Akif merhum  Allah’ı hep hatırda tutarak O’na hesap vereceği bilinci içinde olan insanın ancak yüce bir ahlaka erişebileceğini şu mısralarında bakınız ne güzel ifade eder:

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfi Yezdan’ın

Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen, ne vicdanın

Meryem suresindeki “Onlardan sonra öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler ve nefislerinin arzularına uydular” şeklinde gelen 59.ayeti kerime namazı hayatından çıkaranların, böylelikle Allah’ı anmayı, hatırda tutmayı ihmal edenlerin; insanın arzuları ve hevesleri üzerindeki kontrolünün bir yansıması olan ahlaki seviyeyi kaybedeceklerini haber vermektedir. Üzerinde çok düşünmemiz gereken bir bağlantı var burada… Bu ayet bize aynı zamanda önemli bir sorumluluğumuzu da ikaz ediyor; namazını ikame etme gayretindeki nesillerden olmak yetmez, namazını ikame eden (dosdoğru kılan)  nesiller yetiştirme gayreti de boynumuzun borcu bilinmelidir.

Şimdi tabi ki hepimizin aklına takılan bir soru var; iyi/güzel fakat bir çok namaz kılan var ki gayri ahlaki hallerine şahit oluyoruz, bunu nasıl izah edelim?  Elbetteki bu eksikliğin  sorumlusu namaz olamaz, onu layıkınca , dosdoğru kılamayanlardan kaynaklanan kusurları Allah’ın dinine ve namaza yüklemek büyük bir gaflet ,çarpık bir bakış açısı olur.Nitekim Sevgili Peygamberimiz(s.a.v): “Çok namaz kılanlar vardır ki,onların kıldıkları namazdan hissesi (gafletleri sebebiyle) yarısına hatta onda birine kadar iner.” buyurmuştur. Tabi ki bu durum namazı beden kalıbıyla eda edip de kalbi gafil olan kimseler hakkındadır.

 İmam Gazali’nin Kimyayı Saadet isimli eserinde konumuzla alakalı olarak yazdıkları tam da bu noktayı açıklayıcı mahiyettedir, der ki:

“Bilmiş ol ki, namazın rükuları, ne şekilde kılınması gerektiği ile ilgili anlattığımız hükümler/kurallar namazın kalıbı ve suretidir. Bu suretin bir hakikati vardır ki, o da ruhudur. Namazın her hareketinin ve zikrinin bir ruhu vardır. Asıl ruh olmadıkça namaz cansız cesede benzer. Namazın aslı olur da adabı ve hareketleri  tamam olmazsa, namaz, gözü çıkmış, burnu ve kulağı kesilmiş adama döner. Eğer namazın hareketleri yerine getirilir de ruhu ve hakikati olmazsa gözü yerinde olup da görmeyen, kulağı yerinde olup da işitmeyen adam gibi olur.”

İlk iki ayetini yukarıda andığımız Mü’minun suresinin devam eden on ayeti kurtuluşa eren ve Firdevs cennetlerine kavuşan mü’minlerin vasıflarını adeta bir kitapçık halinde bildirmiştir ki bu kitabın ön kapağında “namazda huşu”, arka kapağında ise “namaza devam etmek” vardır. Bu iki kapak arasında korumaya alınan sayfalarda ise; boş söz ve işlerle meşgul olmayan, ihtiyaç sahiplerini gözeten, malında fakirin hakkı olduğunu bilen, iffetli (nikah dışı, meşru olmayan ilişkilerden uzak duran),emanete ihanet etmeyen, verdiği söze riayet eden (sözünün eri) kişiler anılmaktadır. Yani namazını devamlılık esasıyla ve Rabbinin huzurunda olduğu bilinci ile dosdoğru kılarak hesabını vereceği bir hayatı yaşadığının farkında olanların kaçınılmaz şekilde yukarıda bahis konusu olan vasıflarla donanacağı açıktır. Namazımız bizi bu ahlaki olgunluğa ulaştırmıyorsa, kötülükten alıkoymuyorsa namazı hakkıyla kılamadık/ ikame edemedik demektir.

Nasıl ki İslam iman-ibadet-ahlak birlikteliğinden oluşan bir bütünse; her bir ibadet de aslında niyet-şekil(erkan)-hedef(kazanım) birlikteliğinden oluşan bir bütündür. İşte bu sebeple namazımız şekline verdiğimiz önemi niyet ve hedefine de vermedikçe tamam olmaz.

Peygamberimiz(s.a.v) buyurur ki: “Kalbin hazır olmadığı namaza Allahu Teala bakmaz.” Namazda huşu dediğimiz şey namaza başlarken ettiğimiz niyeti yani “Ya Rabbi içinde bulunduğum şu vakitte senin rızana ulaşmak, kulluk sözleşmemi tazelemek üzere emrine uydum divanına/huzuruna durdum” bilincini namazımızın sonuna ta ki selama kadar bozmadan muhafaza edebilmektir. Aişe (r.a) annemiz Rasulullah’ın namazını şöyle anlatıyor: “Rasulullah bizimle konuşurdu.Biz de onunla konuşurduk.Namaz vakti gelince bizi hiç görmemiş  ve tanımamış gibi olurdu.Bu Allah’ın azametiyle gayet fazla meşgul olmasından ileri gelirdi

Allahu Teala hepimize namazlarımızı bu dikkat ve hassasiyet ölçüleriyle, huzuruna layık olma gayretiyle dosdoğru kılmayı / ikame etmeyi ve böylelikle namazımızı miracımız eyleyerek yüce bir ahlak üzere yaşayabilmeyi nasip etsin.

Namazı kılmayınız, ikame ediniz…(!)
Bizi Takip Edin