Yunan bayraklı gemi World Harmony ile Yugoslav bandıralı petrol tankeri Peter Zoranic çarpıştığında Beykoz’un havaya uçurması işten bile değildi.
1960’da Boğaziçi’nde yaşanan gemi kazası İstanbullulara neredeyse Hollywood filmlerinden fırlamış bir senaryoyu yaşattı. Kimi korkudan bebeğini düşürdü kimi memleketine dönmek için bavulunu hazırladı… 25 Eylül-1 Ekim arasında kutlanan İtfaiyecilik Haftası’nı vesile ederek, bu faciayı ve facia sırasında gecesini gündüzüne katarak çalışan İstanbul İtfaiyesi’ni hatırladık. Olay sırasında İstinye İtfaiyesi’nde çalışan isimsiz kahraman Mansur Şişmanoğlu’nun oğlu Rafet Şişmanoğlu ve kızı Emine Aydın tanıklığında geçmişe bir yolculuk yaptık.
Bundan 56 sene önceydi… Takvimler 1960 Aralık ayının 14’ünü gösterirken İstanbullular birkaç saat sonra olacaklardan habersiz uykuya yatmıştı. Boğaziçi sakinleri saat 02.30 sularında müthiş bir patlamayla uyandı. Kış gecesinin zifiri karanlığı birdenbire aydınlandı. Deniz adeta tutuşmuştu! Patlamayla birlikte Kanlıca açıklarında beliren alev topları göğe yükseliyor sarsıntıyla uyanan iki yaka sakinleri karşı tarafı gündüz gibi görüyordu. Sabahı beklemeye gerek kalmadan ortalık çoktan ışımıştı bile. Hadise kısa zamanda anlaşıldı; Yunan bayraklı gemi World Harmony ile Yugoslav bandıralı petrol tankeri Peter Zoranic çarpışmıştı.
İKİ DEV BOĞAZ’IN EN DAR YERİNDE
Müthiş facia şöyle gelişti: Kaptan Aristidis Barçis yönetimindeki 33 bin tonluk Yunan gemisi World Harmony, boş olarak Pire’den hareket etmiş Rusya’nın Novoroski Limanı’na akaryakıt yüklemeye gidiyordu. Rusya’nın Tuapse Limanı’ndan çıkış yapan 26 bin tonluk Yugoslav tankeri Peter Zoranic ise taşıdığı 12 bin ton benzin ve 10 bin ton petrolle Hamburg’a gitmek üzere Boğaz’da yol alıyordu. İki tanker Boğaziçi’nin en dar geçitlerinden biri olan Kanlıca-İstinye arasında karşılaştı. Yugoslav tankeri Boğaz trafiği kuralına görsağdan geçecekti, işaret verdi ve yol istedi. Yunan gemisi işareti göremeyince olanlar oldu. İki gemi çarpmışmış, Peter Zoranic’in burnu World Harmony’nin karın kısmına girmişti. Yugoslav tankerinde çıkan yangın kısa zamanda diğerine sıçradı ve korkulan senaryo gerçekleşti: Peter Zoranic’in deposundaki akaryakıt tutuştu.
BOŞ BİR SANDAL GİBİ SAVRULDULAR
Her iki gemide bulunan mürettebatın bir bölümü panik halinde kendilerini denize atıp, sahile ulaşmaya çalışıyordu. Gövdesine büyük bir darbe yiyen Yunan gemisi hâlâ hareket halindeydi. Boğaz’ın sert akıntısı idaresiz gemileri serseri mayın gibi sürükledi. Saat 03.20 sularında Yugoslav tankeri, birkaç gün sonra Amerika’ya gitmek için İstinye tersanesi havuzunda bekleyen Tarsus vapuruna yaslandı. Zoraniç’in dev alevleri Türk gemisinin güvertesini tutuşturdu ve Tarsus’u tanınmaz hale getirdi. Aslında Tarsus gövdesini siper ederek daha büyük bir faciayı engellemişti. Türk gemisi olmasaydı alevlerle sürüklenen Peter Zoranic yalılara çarpabilir ve yangın karaya da sıçrayabilirdi.
BEYKOZ HAVAYA UÇABİLİRDİ…
Tarsus yanarken Yunan ve Yugoslav bandıralı tankerler Karadeniz’e doğru sürüklenerek Beykoz koyuna yanaştı. Beykozlular sahilde toplanmış dünya tarihinde ender görülen bu faciayı kaygılı gözlerle izlemekteydi. Boğaz sahilleri tan yeri kızıllığındaydı. Yangının sıcaklığı Beykoz tepelerindeki evlerde bile hissediliyordu. Gemiler sahille buluşsa bölgede bulunan iki benzin deposunun alev alıp ilçeyi havaya uçurması işten bile değildi! O esnada denizde de can pazarı vardı. Gemiden atlamış can havliyle karaya çıkmaya çalışan insan siluetleri görülüyordu. Beykozlu balıkçılar küreklere asılarak denizden insanları kurtarıp, hastanelere yetiştirmeye çalışıyorlardı. Saatler 05.00’i gösterirken nihayet Peter Zoraniç’in yorgun gövdesi Beykoz Selviburnu açıklarına oturdu. Canlı emaresi bulunmayan geminin siyah bulutları sabah beyazlığını karartıyor ve hâlâ alevler yükseliyordu. Yunan tankeri ise o esnada Beykoz iskelesinin yanına kadar sokulmuş, ileri geri hareket etmekteydi. Birkaç saat sonra iskelenin yakınında karaya oturarak ancak durabildi. Tehlike devam ettiğinden Beykoz İskelesi’nin yanındaki park boşaltıldı ve sahilde bulunan evler tahliye edildi.
BOĞAZ HALKI 3 AY KÂBUS YAŞADI
Dönemin Yugoslav kaynaklarına göre kazada Zoranic gemisinden 21 kişinin öldü. Kaza sırasında gemide bulunan denizci Bernardo Mariçeviç, Asya tarafına yaklaşık 200 metre mesafede denize düşenlerin kurtulamadığını çünkü kuvvetli rüzgarın onları ateşe doğru ittiğini söylüyor. Avrupa yakasına yakın olanlarınsa kıyıya ulaşmayı başardığını ifade ediyor. Yunan medyasıysa World Harmony’den aralarında birinci kaptanın da bulunduğu 28 denizciyle ikinci kaptanın eşinin öldüğünü kaydediyor. Kazada Boğaz’ın sularına yaklaşık 20 bin ton petrol döküldü. Cesetler günler sonra kıyılara vurdu. 56 gün süren gemi yangını Boğaz’ı kasıp kavurdu. Boğaz’da oturanlar yaklaşık 3 ay diken üstünde yaşadı.
KİMİ ÇOCUĞUNU DÜŞÜRDÜ KİMİ KALP KRİZİNDEN ÖLDÜ
Dönemin tanıklarından biri o günleri şöyle anlatıyor: Anneannemlerin ahşap evinin üstkatından yanan tankeri görüyorduk ve inanın gemilerden gelen sıcaklık eve vuruyordu. Bir başka tanığın anlattıklarıysa daha da ilginç: Gemiler lodosla Beykoz’a gelmiş ve burada 2 ay yanmış. Geceleri patlayınca gündüz gibi oluyormuş. O dönem çok kişi çocuğunu düşürmüş. Çok kişi kalp krizinden ölmüş. Dedem 40 güne ölürsem ondan’ demiş. 15 Ocak’ta da ölmüş. Bir başka Beykozlu, Anacığım bir bohça içinde bir takım çamaşır, acil durumlar için ihtiyaç maddelerini hazırlamış, bohça bir süre hazır beklemişti sözleriyle, facia yüzünden yapılan göç hazırlığını aktarıyor.
YUNAN MEDYASINDAN YOĞUN İLGİ
O günlerde Yunan medyasında yer alan tanıklıklar facianın boyutunu gözler önüne seriyor. Patlama anında 3 bin metre yüksekte uçmakta olan pilotun söyledikleri hayli ürpertici: Alan alevlerle ve patlamalarla aydınlanıp duruyordu. Sanki Boğaz’a binlerce bomba atılıyor gibiydi. İstanbul tamamen yanacak zannettim. Bir Türk balıkçı gördüklerini Yunan gazetesine şöyle anlatmış: Denizin üzerinde 50 metrelik alevler ve iki gemiyi kaplayan koyu bir duman vardı. Yugoslav tankerden bütün yağ denize akmış ve tamamen tutuşmuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar sanki güneş doğmuş gibi aydınlanıyordu her yer. Alevleri gören Boğaz sakinleri panik içerisinde ne yapacaklarını bilmez bir şekilde kala kalmışlardı.
ÖLMEDEN CEHENNEMİ YAŞADIM
Şimdi söz bir başka Yunan gazetesine konuşan ve kazadan yaralı olarak kurtulan 23 yaşındaki Evangelos Pantazis’te: Geminin kıç tarafında bulunuyordum, güçlü bir sarsıntı oldu. Hemen güverteye çıktım, kaptan mürettebata hemen denize atlamalarını ve hayatlarını kurtarmalarını söylüyordu. Hemen atladım ve karaya çıkana kadar dakikalarca yüzdüm. Gördüklerim dehşet vericiydi, ölmeden cehennemi yaşadım.
O FOTOĞRAFI SİZE BİR ŞARTLA VEREBİLİRİM DEMİŞTİ
Mansur Bey’in diğer çocuğu Rafet Şişmanoğlu, fotoğrafın hikâyesini şöyle anlatıyor: Yangından yıllar sonra rahmetli babam bir gün Tercüman Gazetesi’ni getirdi. ‘Bakın yılın fotoğrafı seçilmiş. Burada babanız var‘ dedi. Bir baktık ki çok güzel bir resim. Babam o gazeteyi her gelene gösterdi. Gazete bir zaman sonra kayboldu. Ben de o zaman şimdiki eşim Zülal Şişmanoğlu ile beraber Babıali’de geziyordum. Zülal bana Gel müstakbel kayınpederime bir jest yapalım. O resmi Tercüman Gazetesi’nden isteyelim’ dedi. Gazeteye gittik. Hiç unutmam aşağıdaki sekretere meramımızı anlatınca Sabahattin Bey’i kastederek Bakalım acaba size fotoğrafı verir mi?’ dedi. Biz telif istemeye gelmedik ki’ diye çıkıştığımı hatırlıyorum. Sabahattin Bey bana Size bir soru soracağım. Bana doğru cevap verirseniz fotoğrafı veririm’. dedi. Merak etmiştik. Sabahattin Bey, babamızın sağ olup olmadığını sordu. Biz de hayatta olduğunu söyleyince bana verdiği cevabı hiç unutmam: Hep öldükten sonra bu işler araştırılır. Size çok teşekkür ederim bravo’ dedi, karanlık odaya giderek fotoğrafın bir kopyasını hazırladı ve bize verdi. Sabahattin Bey, o resmin Türkiye’de Gazeteciler Cemiyeti’ne, İstanbul İtfaiyesi Müzesi’ne ve İslam ülkelerine gönderildiğini söylemişti.
RAFET AĞABEYİM YILLAR SONRA O RESMİ BULDU
İtfaiyeci Mansur Şişmanoğlu’nun kızı Emine Aydın, o günleri dün gibi hatırlıyor: Çocuktum. Annemin sesiyle uyandım. Boğaz4da gemiler yanıyor’ dedi. Kalktık, bir baktık ki iki büyük tanker yanarak başıboş dolaşıyor. Bir gemi de (Tarsus’u kastediyor M.Ş.) İstinye önlerinde yanıyor. Ondan sonra tabii çok büyük bir korku. Şimdiki belediyenin bulunduğu yer Shell tesisleriydi. Çubuklu’da petrol depoları vardı. Gemiler Beykoz’daki akaryakıt depolarına gelip yanaşırsa çok büyük bir patlama olabilir diye ölüm korkusu sardı hepimizi. Yangın günlerce sürdü. En sonunda geminin biri Sokoni fabrikasının oraya, Saray’a yakın (Beykoz Kasrı’nı kastediyor M.Ş.) gelip oturuyor. Orada 50 gün civarında yandığını hatırlıyorum. Babam da o yıllada İstinye’de deniz itfaiyesinde makinistti. Onlar da orada söndürme araçlarında nöbetteydi. Babam görevi bittiği zaman iskelede namaz kılıyor. Nöbetini arkadaşına devretmiş, arkada gemi patlamış, dumanlar ve geminin hali görünüyor resimde. Bu resmi Tercüman gazetesinden Sebahattin Can beyefendi çekti ve o yıl birincilik aldı bu resim. Yıllar sonra ağabeyim Babıali’ye gidip Sebahattin Can Bey’den resmi rica etti. Bu resim bize o yıllardan hatıra kaldı
İŞTE GAZETE MUHABİRİNE ÖDÜL GETİREN O KARE
52 gün süren gemi yangını sahneye önemli bir aktörü daha çıkardı: İstanbul İtfaiyesi… Günün teknolojisiyle geceli gündüzlü mücadele veren itfaiye görevlileri o ateş günlerinde İstanbulluların yüreğine su serpmiş. Beykoz’da ikamet eden ve İstinye İtfaiyesi’nde çalışan Mansur Şişmanoğlu da canını dişine takıp çalışan isimsiz kahramanlardan. Dini bütün Şişmanoğlu nöbeti devretmesinin ardından vakit namazını kaçırmamaya özen gösteriyor. Mansur Bey’in namaz kılması, yangını günü gününe takip eden Tercüman muhabiri Sebahattin Can’ın karesine yakalanıyor ve Can’ın bu fotoğrafı 1961 yılında Yılın Fotoğraf Ödülüne layık görülüyor.
Akşam / Mehmet Şimşek