Cari açığı düşürme hedefine ulaşmak için ihtiyaç olan tasarruf fazlasını da sistemik şekilde yaratma gereği bulunmaktadır. Bu noktada 2018 yılında o günkü adıyla “Derin Ekonomi” dergisinde detayları ile teklif ettiğimiz kıdem tazminatı fonu için artık daha fazla geç kalmamalıyız.
Her ne kadar hükümet bu konuda işçi ve işveren arasında birkaç kez müzakere yapmış olsa da, Cumhurbaşkanımız Sn. Erdoğan taraflar arasında mutabakatın sağlanması koşuluyla bu sisteme geçilmesi yönünde salık vermişti. Ancak süreci yöneten aktörlerin talepleri uzlaşmayı mümkün kılmamıştı. Bu noktada tarafların beklentilerini karşılayabilecek yeni müzakereler yapılıp uzlaşma sağlanmalı. Yeni dönemde mutlaka “kıdem tazminatı fonu” na geçiş yapılmalıdır. 2018 yılında rakamlarıyla da ortaya koyduğumuz modelin size kısaca izahını yapacağım.
1999 Tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan ve 2002 yılında ilk ödemeleri yapılmaya başlanan işsizlik sigortası, çalışma hayatındaki kıdem ve ihbar tazminatına ek olarak, işveren tarafından yüklenilen maliyeti cihetiyle de ek maliyet unsuru olarak çalışma hayatına girmiş oldu.
Dünyadaki örnekleri incelediğimizde hem kıdem tazminatı hem işsizlik maaşının beraber var olduğu örnekler yok denecek kadar azdır. Var olanlarda da kıdem tazminatının çalışma hayatına ve maaşa oranı oransal tutar olarak Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Zira işsizlik sigortası ile kıdem tazminatı aynı amacı hizmet ettiğinden mükerrer iş görmektedir. Bu nedenle vakti zamanında işsizlik maaşı kanunu uygulamaya alınırken bu hususta düzenleme yapılmış olmalıydı. Ancak geçen geçti. Esasen alt ve orta gelir grubunu güçlendiren bu sistem eğer tüm çalışanlara uygulanırsa ve en önemlisi amacına uygun düzenlenirse hiç de kötü bir uygulama olmayacak, tam tersi ülkemize itici kuvvet olabilecektir.
Çözüme dair; kıdem tazminatı işverenden aylık kesinti yapılarak fonda toplansa adil ve etkin bir sistem oluşturulabilir.
Bu noktada ilk itiraz işveren cephesinden gelmektedir. İtiraz nettir. Her yıla bir ay maaş çok fazla. Şimdi düşünelim eğer bu tazminatlar zaten usulüne uygun veriliyorsa işverenler neden şu anda çark ediyor? Demek ki; yaygın haliyle ödeme söz konusu değil. Bir kısım düzenli ödeyenlerin ise yekünde biriken tutarları sermaye unsuru olarak kullanması vakidir. Bu hakları bir kısım desteği gerekli kılıyor.
Diğer taraftan da eğer yaygın haliyle alınamıyorsa işçi sendikaları alınamayan bir hakkın devlet eliyle istisnasız alınmasına neden itiraz etmektedir?
İşin siyaset yönünü bir kenara bırakırsak, esasen gerçek, yaygın olmayan bir uygulamayı işaret etmekteyken, ek olarak işçi sendikalarının da ağırlıklı olarak devlet kurumları ve kurumsal işyerlerinde örgütlü olmaları nedeniyle üyelerinin haklarının geri gitmesine sebep olabilecek en ufak bir adıma dahi uzak durma eğiliminde olmasıdır.
Şunu da belirtmeliyiz ki sendikalar azınlık temsili yapmaktadırlar. Peki, sendikalara üye olmayan geri kalan 20 milyona yakın çalışanın hakkı ne olacak?
Sorunu özetlersek; işveren her yıla bir aylık ücreti fazla bulurken, işçi sendikaları ise yaygın olarak tahsil edememiş olsa bile bu hakkın azaltılmasından yana değil.
Çözüm ise; kıdem tazminatının brüt maaşın %85 oranında hesaplanması, aylık kesintiler ile devlet kontrolünde fonda toplanması, yarısı ila 2/3 oranının işveren tarafından kalanında devlet katkısı olarak fona konması ancak bu fonda birken tutarın tamamen olmasa da 2/3 nün devlet tahvilinde enflasyon korumalı değerlendirilmesi ve istendiği zaman değil emekli olduğunda ödenmesi şeklinde olmalıdır. Bu denklemde herkes kazanır.
İşçilerin tamamı bu haliyle devlet güvencesinde tüm çalışma hayatları boyunca kıdem tazminatı birikimine sahip olur.
İşveren ise hem yarı yarıya yakın maliyeti düşerken, yaygın hale gelmesi ile maliyette eşitliğe sahip olur, yani baştan kıdem ödemeyeceğini bilerek düşük maliyet ile mal ürünü satıp gün gelip çattığı zaman iflas ettim işçi haklarını ödeyemiyorum diyen ve haksız rekabete konu olan rakiplerden kurtulur.
Devlet ise yarı desteği öder ancak emeklilik yaşının kadınlarda 60 erkeklerde ise 65 olduğu düşünülürse 40 yıla yakın bir süre bu kaynağı kendi tahvilleri vasıtasıyla kullanımına alır, piyasadan borçlanma ihtiyacını düşürür ve en yüksek borçlanan oyuncu olarak devlet; finansal piyasadan çekilince faizler keskin şekilde düşmeye başlar. Düşen faiz oranları ile beraber devlet ve özel sektör de daha az maliyet ile borçlanacaktır. Bu noktada oluşan düşük faizden edilen tasarruf kıdem tazminatı fonuna yapılacak devlet katkısının çok daha fazla üzerinde olacaktır.
Fonda biriken tutarlar makro ekonomik ihtiyaçlar dahilinde istenirse zaman zaman hane halkına vadesinden evvel kısmen kullandırılabilir.
İşe bağlılık ve işçi sirkülasyonunu önlemek adına var olan şartlar kullanımda kalabilir.