Kadına yasaklı kelimeler

Ünlü yazar Virginia Woolf’a erkekler sıkça şu soruyu sorarlarmış: “ Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz, peki neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?” İşin ilginç olanı, bu sorunun hâlen…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ünlü yazar Virginia Woolf’a erkekler sıkça şu soruyu sorarlarmış: “ Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz, peki neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?” İşin ilginç olanı, bu sorunun hâlen soruluyor olması! Neyse! İşte o günden bu güne, kadınların edebiyat dünyasında – ki özellikle şiiri kastediyorum-  erkekleri neden geriden takip ettikleri bilimsel araştırmalara konu olmuş. Ortaya çıkan ise üzücü.

Toplumsal baskılar, ayıplanma dürtüsü,  duygularını dışa vuran değil,  içinde saklayan kadının “erdemli” olarak algılanışı gibi olgular, kadınları şiir yazarken kendi adlarını açıkça ifşa etmeyerek, mahlas dediğimiz takma isimler kullanmaya sevk etmiş. Örneğin, ilk kadın romancımız Fatma Aliye, 1890’lı yıllarda Fransızca bir kitabı dilimize çevirirken dahi, “Bir Hanım” şeklinde atmış imzasını, ismini açıkça yazmak yerine!

 

Bu, kadınları kendi içlerinden gelen duyguları değil de, erkeklerin ele aldıkları konularda şiirler yazmaya sevk etmiş. Yani, hiç meyhaneye gitmemiş bir kadın da “ saki”den, “şarap”tan bahseder olmuş. Hatta öyle ki, kadınlara yasaklı kelimeler bile varmış ve bu kelimeleri kullanmak ayıp sayılırmış. İşte “açık seçik” olarak kabul edilmiş olan kelimelerden bazıları:   “ Aşk acısı, zalim, nefret, sevmek, yar, uykusuzluk… ve… aşk!” O eskiler, şimdi Ayşe Arman’ın yazdıklarını okusalardı, kesin dudakları uçuklar, kıyamet koptu kopacak sanırlardı!

 

Bu nedenle olsa gerek, ömrü kısa ünlü yazar Virginia Woolf, “1929 yılında yayımlanan kitabı “Kendine Ait Bir Oda”da kadınlara şöyle seslenir: “ Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!”

 

İnadına yazmak… hem de duygusal duygusal… hem de “aşk”ı!

 

Günün birinde senarist hocalarımdan biri, filmlerinden biri için kullanılmak üzere “aşk” konulu replikler yazmamızı istemişti bizden. Ben de çalışkan öğrenciyim ya, aldım kalemi elime, Allah ne döktürttü ise elimden, yazdım verdim kendisine!

 

Hani, kadın yazarların yüzyıllar boyu “erkek” hegemon bir sanat dünyasında duygularını açıkça ifade etmekten çekinedurduklarını ve bu yüzden düşüncelerini açıkça ifade edemeyerek, tepki almaktan korktukları için mahlaslar altında şiirler yazdıklarını belirtmiştim ya… Hazır Kadınlar Günü’nün üzerinden çok geçmemiş iken, öncü hemcinslerimin çektiklerine İNAT, ziyadesiyle duygusal aforizmalarımı sizinle paylaşayım istedim! Hem de kendi imzamla! İşte, buyurun!

 

ARZU’CA AŞK AFORİZMALARI!

 

Aşk; olmaza meydan okumaktır.

Aşk… İki kulak arasındaki irtibatsızlıktır.

… Sadece hoşumuza gidenin duyulduğu en hoş sağırlıktır.

… Beyin fonksiyonlarının yitimidir. Beynin, kafatasının içerisinden kalbe doğru mekân değiştirişidir. Fakat her tebdil-i mekân, başka bir tebdil-i mekân için gün sayar. Ne zaman ki, kalp ile beyin aynı ritmi yakalayacak gibi olurlar, insanda mekân değiştirme isteği de kalmaz. Aşk, işte bu aşamada sevgiye dönüşmüştür artık.

… Ademoğlunun, insan olma ile kuş olma arasında biçim değiştirip duruşudur. Zira, iki ayağı yerden kesilmişken, o ayaklar üzerinde uçmak hissiyle yürümektir!

… Anlamsızı anlamlı kılma mücadelesidir.

… İyi ki olandır!

… Bazen sevgiye düşük yapan mutsuz bir kadındır. Ancak öleceğini de bilse, sevgiyi doğurmak ümidinden asla vazgeçmeyendir.

… En sert kayaların arasından fışkıran ince, yeşil bir daldır. Cüssesini küçümsemiş, kayayı delmeyi başarmıştır. Kayanın ondan korkmadığını kim iddia edebilir?

… Gözün önündeki sis perdesidir. Bu sis içinde bir müddet hayret ve merakla ilerlenir. Sisin ardında ne olduğu yol boyunca en merak edilen şey olmaz çoğu zaman. Fakat her sis perdesi aralanır ve ardında gizlediğini ortaya çıkarır muhakkak. Sen, bir cennete ulaştığını umut ederken, bir bakmışsın, bıraktığın yerden daha köhnedir vardığın. Bazılarıysa gerçekten cennete ulaşır. İşte, bunların varlığındandır, insanoğlunun milyonlarca yıldır bu pusu tabakasının içinde umutla gidip gelmesi… Varılacak yer cennet olmasa da, sisin içerisindeki bu heyecanlı yolculuk hep çekmiştir insanı…

… Ümit ve hayal kırıklığı ile sıkı fıkı olmaya başlamaktır.

… Aslında her âşık, bir Don Kişot’tur. Çünkü her âşık, sevdiğinin kahramanı olmak için hayale sığmayacak düşmanlarla savaşmayı göze almıştır.

Kadınlar Günü çoğunlukla, bir “anma”nın ötesinde, “vur patlasın, çal oynasın” algısı ile ve çiçek piyasasına katkı dolu bir şekilde bol çiçekli kutlanıyorken, ben de hangi din ve hangi uçtan olurlarsa olsunlar, kadınlar olarak bugünlere gelmemiz için uğraş vermiş ve “kadının haklar konusunda eşitliği” mücadelesinde her biri birer tuğla örmüş olan tüm kadınların ruhlarına sesleniyor ve kendi adıma onlara: “ Çekmiş olduğunuz acıları, yorucu uğraşlarınızı, mahrum kaldıklarınızı yani kısacası hakkınızı bana helal ediniz” diyorum! 

Önce hangisi?

Kötü haber:

Ulusal basından… Giresun’da odun sobasından çıkan bir yangında ölen 5 yaşındaki Sude Duygu ile 4 yaşındaki İsmail ile ilgili bir haber… Anne, kapıyı çocukların üstüne kilitleyerek, bakkala gitmiş. İki küçük çocuk ise, odun ateşinden sıçrayan ve yayılan yangından kurtulma mücadelesi vermişler: Önce ipe bağladıkları bisikletlerini dışarı sarkıtmışlar. Bisiklet sapasağlam. Ancak kendilerini kurtaramamışlar… Çocuklardaki bu bisiklet sevgisine kelimelerim kifayetsiz kalıyor. Onların özgürce bisiklete binebilecekleri alanlar hayal ediyorum.

Anne ve baba şimdi çocuklarının mezarı başında yaptıkları kulübede yaşayarak acılarını hafifletmeye çalışıyorlarmış. Acı, hele ki evlat acısı bu şekilde hafifler mi hiç? Yetkililer, uzman psikologlar bu duruma el atacaklardır diye umuyorum. Umut, fakirin ekmeği demişler!

Çocukların üzerine ev kapısını ya da sıcak yaz günlerinde otomobillerin kapısını kilitleyerek, onları yalnız bırakmak şeklindeki kötü hasletimizden de vazgeçsek artık… Hiçbir kötü haberden de ders almıyoruz. Bin nasihati de, yüzlerce musibeti de yaşamak yetmedi mi?

İyi haberim ise…

Beykoz yerelden! Paşabahçe Mezarlığı, çirkin tuğla görüntüsünden kurtuluyor! Bu konuya, gazete olarak dikkat çekmiş ve ilgililere ulaşarak, Sunazırı Sokak girişindeki bu görüntünün vatandaşları da rahatsız ettiğini kendilerine iletmiştik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü yetkilileri, başvurumuz üzerine konuyla ilgili bir araştırma yaparak, bize bu konuyu 2012 yılı başları bütçesinde gündeme aldıklarını ifade etmişti. Geçen gün önünden geçmekte olduğum mezarlıkta o çirkin ve sıvasız haldeki turuncu örme tuğlaların kırıldığını fark ettiğimde çok mutlu oldum! Şehidimiz Erhan Terletme’nin mezarının da, bu görüntüler arasında bulunduğunu tekrar belirteyim. Hatırlatma olması babında mezarlığın tuğlalı görüntüsü ile halihazırdaki son durumunu foto galerimize ekliyoruz. Yetkililere teşekkürler!

Bir sözüm var:

İnsan olarak ne çok iğfal edilişler var hayatımızda… Yağmurlu bir günde hızla geçen bir aracın sıçrattığı çamurda, korsanı basılmış bir kitabın her bir sayfasında, vaad edilmiş hovarda söz verişlerde, kendi kırmızısında geçen bir yayanın kendi yeşiline saygı bekleyişinde, fırsatları esirgenmiş veya çarçur edilmiş hayatların biteviye tüketilişinde…

Bir sorum var:

Dünya üzerinde dökülen gözyaşları bir araya gelebilseydi;

Okyanuslar bir ‘abi’ kazanırlar mıydı?

Bu, köşemdeki ilk yazım efendim! O nedenle okuyan herkese “merhaba!”

ve

Sevgilerimle!

Kadına yasaklı kelimeler
Bizi Takip Edin