Özgür-Der Beykoz Şubesinin, her ay düzenlediği seminerlerin bu ay ki konusu ‘Ev, Okul ve İş Üçgeninde Dünya Hayatı’ oldu.
Özgür-Der Beykoz Şubesinin, her ayın son çarşamba akşamı dernek merkezinde gerçekleştirdiği seminerlerden birini daha gerçekleştirdi. ‘Ev, Okul ve İş Üçgeninde Dünya Hayatı’ adlı seminerin sunucusu ise İsmail Ceyran’dı.
İsmail Ceyran’ın konuyla ilgili hazırlığının dinleyicilerce de ilgi ile takip edildiği görüldü. Ev, okul ve iş üzerinde ayrı, ayrı ve yer-yer de renkli, hayattan kimi örneklemelerle duran konuşmacının aktarımından kimi noktaları ise şöyle sıralanabilir;
En başta ev, insanın -tabir caiz ise- ilk anavatanıdır. Ana-babanın refakatinde, velayetinde ve elbette merhamet ve şefkatinde şekillenen ‘ev‘ bir otelden, herkesin ayrı hava çaldığı, ayrı dünyalara yelken açtığı ‘dört duvar‘ demek değildir. Aynı sofrada buluşulan, aynı odalarda konuşulan, baba ve anne rollerinin gereğince ve layıkınca sergilendiği mekandır ev. Modernizmin geleneksel aile yapımıza dönük saldırılarını çok önemli ve tehlikeli bulmayan nice insanın kaybı, maalesef kaçınılmaz olarak ‘iki dünya‘ için de kayıp olmaktadır. ‘Ehlinizi/aile fertlerinizi ateşten koruyun‘ ilahi ikazı derinden hissedilmeden, evlat, ya da aile sevgisinden bahsetmek zor olmalıdır. Bu bakımdan ailecek piknik yapmak, gezmek, eğlenmek kadar, hatta daha fazlası, birlikte namaz kılmaya, birlikte Kur’an okumaya ihtiyacımız vardır. Ne yazık ki, çocuklarımızın falan ya da filan sınav notlarını, ahiret yurdu yolundaki sınavımız kadar önemsemiyoruz. Çocuklarımız ayrı odalarda internet gezinimlerinde, biz ise televizyon başında ömrümüzü tüketiyoruz. Sabah namazı ailecek eda edilebiliyor mu diye kendimize sormalıyız mesela. Yaşlılarımız bizim için Allah’tan af ve rahmet vesilesi canlarımız olabiliyor mu? Yoksa işe yaramaz, gereksiz bagajlar gözüyle görülen varlıklar mı? Yine akrabalar birer birer yitiyor mu? Amca, hala, teyze, dayı ve benzerleri bayramdan bayrama bile hatırlanmıyor olabilir mi? Bol mesajlı telefon hatlarından çekilen bir mesaj bütün sorumluluğu üzerimizden kaldırıyor olabilir mi?! Zaten bir müddettir yakınlarımızın ve yakınlıklarımızın çeşitliliğine, zenginliğine ve pek tabiki gerekliliğine işaret etmeyen ‘kuzen‘ benzeri kullanımları sorgusuz, sualsiz kabul ettik! Al-kullan’dan; kullan-at’a uzun ince bir yol…
Eskilerin güzel bir tabirleri vardı. Derlerdi ki, ‘çocuğun -küçük çocukların- yediği helal, giydiği haram.’ Yani çocuklarınızın yeme-içmelerini eksik etmeyin, ama her ay büyüyen, bir giydiği bir daha üzerine olmayan çocuklarınızda giyim konusunda dikkatli olun. Şimdi küçük-büyük her yaşta insan lüks tüketim peşinde. Markasız hiç bir şey kimseyi kesmiyor. Evine bir eşya almak için sokak-sokak, yeni tabirle AVM-AVM gezen Müslümanlar var. Bir küçük eşya için gününü, günlerini fütursuzca harcamaktan kaçınmıyor artık insanlar. Ama bir programa, mesela böyle bir toplantıya ‘zaman bulamıyoruz!’ Bu biraz tuhaf olmuyor mu, biraz çelişkili durmuyor mu? Oysa Müslümanlık büyük bir iddiadır ve her iddia, iddia sahibince ispat edilmelidir. Zira ispatsız iddianın yolu ve dahi sonu, yalana; hiç değilse yanlışa çıkar.
Allah Kur’an’da ‘zaman‘a yemin ediyor. Zaman önemlidir, kıymetlidir. Vakitlerimizi nasıl ve kimlerle geçirdiğimiz de çok önem arzetmektedir. Bu çevremizdekileri de değerli olanlardan seçmek anlamına işaret eder. Biliriz ki, insan fıtraten sosyal bir varlıktır. Normal bir kimse tekbaşına ve çevreden bağımsız olarak yaşayamaz. Robinsonvari bir yaşam, arizi ve istisnaidir. Bizim dünyamızda münzevi bir tarz doğru bulunmaz; bu, doğru da değildir zaten. Kırk koyun alsanız, kırk koyun, bir koyun hususiyetinde, özelliklerinde toplanabilir. Ama kık değil, iki insan bile değişik özellikler gösterir. Eşref-i mahlukat’tan, esfel-i safiline giden uzun ve köklü bir yol ayrımına rağmen bütün insanlar, insan olarak ayrı kabiliyetlere ve husisiyetlere sahiptir. Bu bakımdan bir kalıba, bir kaba konulamayacak, sokulamayacak kadar girift, kompleks bir yapıya işaret eder insan. ‘Fark‘ insan olmanın, zorunlu ve ilahi yazgısına delalettir. Herkes aynı kabiliyet ve kapasitede olsaydı, kim, kime iş yaptırabilirdi? Kim değişik ilgilere, branşlara, mesleklere sahip olabilirdi? Bütün bu değişiklik ilahi bir birliğin, muhtaçlık temelinde iş görmenin imkanlarını ima eder. Bunun özü, iyi kavranılsa bu gün özellikle iş hayatında iş veren, çalışan ilişkilerinde baş gösteren ve efendilik taslamalara kadar giden haksızlıklara dur denilmiş olurdu.
Kıymeti, değeri; statüye, ünvana, titre endeksleyen yaklaşım, insanı birbirine dost ve kardeş değil, düşman haline sokmuştur. İşlevselliğin, ahlakiliğin yerine geçirildiği bir dünya, okulda da işte de karşımıza çıkarılmaktadır. Herkesin birbirinin kuyusunu kazmaya uğraştığı günümüz yaşamında, güleryüz, yürekten gelen bir merhamete değil, ‘sırıtan bir maskeye‘ dönüşmüş gibidir. Bu şekliyle iş hayatı bir tür maskeli balo partisi gibidir. Sanallık sadece hayatın bir yanında, bir yönünde değil; sadece iletişimde, şurda-burda değil her yerdedir. Gerçekliğin, sahiciliğin yerini hiç bir zaman tutamayacak bu ‘gölge oyunu‘na karşı durabilmek, bunu da hayatın bütün alanlarında yapmak biz Müslümanların görevidir.
İsmail Ceyran’ın sunumu, dinleyicilerden gelen soruların cevaplanması ile son buldu.