İlim, Tebliğ ve Cihad'ın hayatımızdaki yeri

Özgür-Der Beykoz Şubesinin aylık seminerlerinde bu ay “İlim, Tebliğ ve Cihad'ın Hayatımızdaki Yeri” konuşuldu.

Özgür-Der Beykoz Şubesinin aylık seminerlerinde bu ay Musa Üzer'ın sunumu ile “İlim, Tebliğ ve Cihad'ın Hayatımızdaki Yeri”…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Özgür-Der Beykoz Şubesinin aylık seminerlerinde bu ay “İlim, Tebliğ ve Cihad’ın Hayatımızdaki Yeri” konuşuldu.

Özgür-Der Beykoz Şubesinin aylık seminerlerinde bu ay Musa Üzer’ın sunumu ile “İlim, Tebliğ ve Cihad’ın Hayatımızdaki Yeri” konuşuldu.

Özgür-Der Genel Sekreteri, Musa Üzer’in konuşmacı olduğu program Özgür-Der Beykoz Şube’sinin dernek binasında gerçekleştirildi. Yoğun yağan kara rağmen, ertelenmeden gerçekleştirildi. Musa Üzer’in, dinleyenlerin de ilgi ile takip ettikleri konuşmasında aşağıdaki maddeleri sıralandı.

1-Bir Müslüman, hayatı bir bütün olarak ele alır. Sorumluluklarını ayrıştırmaz, ayrıştırmamalıdır. Bu cümlenin konumuzla irtibatı ise ne ilim, tebliğden ne de cihad bu sorumluluklardan ayrı ve önemsiz değildir. Her biri, diğerinin beraberinde ve bitişiğinde olmak durumundadır. İlimsiz cihad ya da tebliğ olmayacağı gibi cihadsız bir ilmin de anlamı kalmaz. Çünkü din bir bütündür. Bu bütünlük bozulduğunda dini yaşama iddiası da yara alır.

2-İlim, İslami literatürdeyürünülen yolu aydınlatmak, ışıtmak niyeti ve maksadı ile gerçekleştirilen bir uğraştır. Bu cehd ve gayrette rıza-i ilahi esas alınır. Nefsin şımarmasına, izin verilmez. Böyle olduğu için de tribünlere oynamak veya onlardan hareketle yol-yön belirlemek düşünülemez. Bununla birlikte insanların, muhatapların ihtiyaçları, seviyeleri gözetilir. Usul ve üslup gözetilir. Söylenilen sözün muhataba ulaşması kadar, doğru ulaşması daha da önem arz eder. Burada malumatfuruşluğun, gereksiz ve yararsız bilgilerin, esas olanın, asıl olanın önüne geçmesine zaman ve hedef kaybına da izin yoktur.

3-İlim, hakikatin bilgisi olmalıdır. Hakikate, gerçeğe işaret etmelidir. Gerçeğe yönlendirmeyen, gerçekten kaynaklanmayan bilgilerin adı ilim değil, ‘zan’dır; ‘heva’dır. İslami anlayış ilim öğrenmeyi herkes için gerekli görür. Her cinsten, her yaştan, her sınıftan, her meslekten ve her meşrepten insan için söz konusu bir gerekliliktir bu. Modern eğitim ve öğretimin neredeyse ‘okul’ ile imkanlı ve sınırlı gördüğü ilim öğrenmeyi, Müslümanlık tasavvuru hayatın bütün alanlarına yayar. Allah’ın dağlardan, denizlere; yeryüzünden gökyüzüne, bütün varlığa kadar genişlettiği bilme ve öğrenme alanı, süreli olmayıp sürekli bir sorumluluktur. Kitabımız Kur’an’ın ilahi hitabına ‘işaret’ anlamında ‘ayet’ dendiği gibi bütün varlık alemindeki olgulara da ‘ayet’ denmesi manidardır. Buna göre ilim, hem Kitap’da hem kainattadır. Nefes alıp veren her fani bu eylemin, etkinliğin içinde bazen öğrenen ve bazen öğreten olarak durur. İlimin bir kurumun tekelinde, inhisarında kalması istenilen, doğal ve meşru bulunan bir şey değildir. Kur’an’dan bütün insanların mesul tutulması, bu cihettendir. Şüphesiz herkesin ilime, Kur’an’a muhatap olması ile ‘ilimde derinleşmek’ birbirine muhalif şeyler değildir. ‘Asgari öğrenim‘ olarak nitelendirebileceğimiz şeylerden herkesin sorumlu tutulacağı gerçeği devam etmektedir. Bilgiler ise -her zaman ve her şeyde olduğu gibi- ilgiler, uğraşlar hatta kabiliyetler ve kapasiteler oranında değişiklikler, yoğunluklar gösterebilir. Herkesin, herşeyin sağlam ve sahih olma gereği vardır. Bunun yolu ise denetimden, kıyaslayabilir olmaktan, ölçü ve tartı bilmekten geçer. Herkesin asgari ölçülere sahip olması lüzumu burada bir kere daha karşımıza gelir. Bir Müslüman için bunun yolu Kur’an’ı anlamaya çalışmaktan ve Rasulullah’ı tanımaya çalışmaktan geçer. Bu eksende yaşadığımız toplumu, sistemi, ülkeyi, dünyayı, olanları ve olayları anlamak da zaten zaruret olarak belirir.

4-İslam ve Müslümanlık iddia işi olduğu kadar ispat işidir de. İspat ise iddia sahibine düşer. İslamlığımızın ispatı her türlü ibadetimizle ortaya çıkar, yaşayışımızla  ortaya konur. İbadetlerin içinde biri vardır ki, ancak değerlerinizi, dininizi başkalarına anlatmakla, başkalarına taşımakla ifa edilebilir. Adı ‘tebliğ’ olan bu sorumluluğun muhatapları da yine bütün Müslümanlardır. İş yerinde, okulda, sokakta, çarşıda, otobüste, vapurda yani Allah’a ait olan ve Allah’ın olduğu her yerde, tebliğ yapılmalıdır. İyiliği tavsiye, kötülüğü men etme şeklinde icra edilecek bu eylem; el ile, dil ile gerçekleştirilmelidir. En alt şubesinin kalbi buğz olduğu tarz ise doğal olarak en düşük dereceye işaret eder.

5-Tebliğ öncelik ve sonralık gibi merhalelere dikkat isteyen bir faaliyet olduğu kadar, başka hususları da gerektirir. Bunlardan en başta geleni ise tutarlılıktır. ‘Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı’ dedirtmeyecek bir tutarlılıktır burada bahsedilen. Zaten, sözün tesirli, güçlü ve bereketli olması da böyle mümkün olabilir. Yine Kur’an’da ‘Rab’binin yoluna hikmetle ve güzel bir şekilde davet et’ emr-i ilahisi de usul kadar üsluba da davettir.

6-Tebliğ, çok konuşmak ya da laf kalabalığına gömülme etkinliği değildir. Güzel konuşmak, ağzı laf yapabilmek de değildir. Onun yerine halimizle de dilimiz kadar konuşabilme becerisidir. Bu beceri ‘güzel ahlak’ olarak Hz Peygamberin şahsında tecessüm etmiştir. Ve Hz Aişe validemizin ifadesi ile ‘O’nun ahlakı Kur’an’ olarak belirtilmiştir. Kur’an’ı yaşatmak için, Kur’an’ı yaşamak olarak formüle edilebilecek bir yoldur bu yol.

7- Hakikatin tebliğcileri aynı zamanda o hakikatin yaşayıcıları da olunca, odaklanılması istenilen şey yanlışlardan ziyade doğruların ve doğruluğun kendisi olmak icabeder. Bunu yapmak için başkalarının yanlışlarından ziyade o husustaki doğruya odaklanmak daha yapıcı ve ıslah edici olabilir. Doğru belirince ve belirlenince, yanlış kendiliğinden kaybolur. Bu aynı zamanda, ‘Hak geldi batıl zail oldu’ hükmünün tecellisidir.

8- Tebliğ, bir tür reyting kaygısı ile adeta ‘horoz döğüşü’ kabilinden cereyan ettirilen/ettirilmeye çalışılan bir aktivite türü değildir. Gaye, muhatabı mağlup, mahcup ya da mat etmek olmayıp, onu kazanmak, kurtarmak, kurtuluşuna vesile olmaktır. Arkadaş ve hatta kardeş olma, davaya kazanma kaygısıdır ki her türlü nefsani tahriklerden, tebliğciyi alıkoyar. Alıkoymalıdır.

9- İlim ve tebliğ ile mükellef olan her Müslümanın ortaya koyduğu çabaların mücadelenin ortak adı ise ‘cihad’dır. Cihad, cehd etmek, gayret göstermek olup,

Allah yolunda yapılan her türlü mücadelenin ismi olarak tebarüz eder. Yerine, ortamına ve zamanına göre muhtelif şekilleri vardır. İlmi, fikri olduğu kadar, maddi, mali tarafı da vardır; fiili, fiziki tarafı da vardır. Şartların gerekli kılması ile biri ya da tümü söz konusu edilebilir. İnsanın en aziz varlığı olan canı ile yapılan cihad ise en zor fakat en muteber olandır. Burada gerekli şartların oluşup oluşmaması ise en başta aranılan koşuldur.

10-Aynı zaman aralığında olmakla, yaşamakla birlikte farklı mekanlarda coğrafyalarda hayat süren Müslümanlar, cihad sorumluluğu açısından farklılaşabilirler. Fakat bütün Müslümanların birbirleri ile ilgili olma mecburiyetleri, onları yardımlaşmaya mecbur kılar. Bu gün Filistin’de, Suriye’de, Afganistan’da yaşayan Müslümanların savaşmak manasında cihad etmekten başka bir seçenekleri yoktur. Diğer Müslümanların ise buralardaki kardeşlerine maddi, manevi her tür desteği vermeleri kardeşlik hukuklarının bir gereğidir.

Yukarıda bir kısmına değinmeye çalıştığımız Musa Üzer’in sunumu, dinleyicilerin sorularına verilen cevaplarla da son buldu.

Haksözhaber

İlim, Tebliğ ve Cihad'ın hayatımızdaki yeri
Bizi Takip Edin