Bir hac dönemini daha geride bıraktık. Bu günlerde o mübarek mekânlardan hacı olupta dönenleri görüyor, ziyaret ediyorum. Bendeniz hacdan dönen kardeşlerimizin gözlerindeki o güzel hüznü severim. Oraları anlatırlarken: – Ne güzel günler ve ne tatlı manevi hazlar yaşadık, ama döndük işte diye hayıflanmalarını, daha yeni geldikleri halde o mekânların hasretliğini çekmelerini severim. Onları bu manada konuşturur, hatıralarını dinlerim. Rabbim gidemeyenlere en kısa zamanda ziyaret etmelerini nasip eylesin. Gidenleri de tekrar gitmeyi nasip eylesin.(Amin)
***
Bu günkü yazımda sizlere beraber hacca gittiğim, rahmetli İhsan Sedef hocamdan dinlediğim, gerçek yaşanmış bir olayı (masal değil) anlatmak istiyorum. Devir, eski devir Bağdat yakınlarında bir köyde yaşayan genç bir mümin hacca gider. Hac menasıkını yerine getirir. Tavaflar-saylar-umreler-Arafat-Müzdelife-Mina gerekli olan her şartı yerine getirir. Veda günlerine yakın son tavaflarını yaptığı günlerden bir gün tavaf esnasında ayağına bir şey takılır. Eğilir bakar bir kese altın. Eline alır içi dolu hem de yüklüce, kuşağına sokar. Daha önce okuduğu hadis aklına gelir : ’Sizden birisi; Allahın hoşuna gidecek şeyler yapmayı kalben isterse bu meleğin sesidir. O sese kulak versin, kimde haram ve gayrı meşru şeyleri yapmayı kalbi isterse bu şeytanın sesidir. O sesden o arzudan kaçınsın” Fakat imanı ile şeytan mücadeleye başlar. Şeytan der ki – Bak der ne mübarek bir adamsın kısmet ayağına geldi, bu kalabalıkta kese sahibini nerden bulacaksın- İmanı der ki Kendine gel nerdesin bak. Karşında Allah’ın beyti. Bu para senin değil. Sahibini bulmalısın, git görevliye teslim et, o sahibini nasıl bulursa bulsun- Böyle imanı ile nefsi mücadele ederken bir ses duyulur;
-Ey Ümmeti Muhammed. Bir kese altınımı düşürdüm. İçinde bin altın vardı Bulana 30 altın hediye edeceğim.
İmanı der ki hacıya Hah! Bak işte sahibini buldun götür ver. Velhasıl imanı şeytanını yener adama yaklaşır. Tarif et bakalım kesesi der. Adam kırmızı hind kumaşından yapılmış bir kese idi kızım beyaz iplikle (iğneyle) ismimi işlemişti üstünde Ahmet yazıyor. Keseyi çıkarır sahibine verir, adam teşekkür eder, bizimkinin bileğinden yakalar bir kenara çekerek otuz altını sayar verir. Helalleşir sarılırlar ayrılırlar. İmanı der ki genç hacıya; Gördünmü bu para sana helal artık, git çarşıdan kendine bir ziyafet çek, hediyeler al.
***
Genç hacı Beytullahtan çıkar, biraz ilerde meydanda bir kalabalık görür, nedir diye yaklaşır. Meğer köle satışı yapılıyormuş. Ortada yüksekçe bir platform üstünde uzun boylu, kuvvet bir köle.
Pazarcı: Ey ahali! Bu elimde kalan asil bir köledir. Güçlü kuvvetlidir, alanın her işine yarar otuz altına veriyorum. Varmı alan? Deyince bizimki ani bir kararla: Ben alıyorum diyor para sayıp köleyi alıyor .Kaldığı handa kendisine yakın bir oda kiralıyor. Köleye; -evladım burada birkaç gün kalacağız sonra memlekete döneceğiz beni bir baban gibi bil, ben zalim bir insan değilim. Benden iyilik bulursun her zaman diyor. Köle ne desin: siz bilirsiniz efendim diyor. Gündüzleri ibadet, çarşı pazar, ziyaretler akşamları hana dönülüyorlar. Birkaç gün sonra kölenin kaldığı odaya bazı kerli ferli, temiz düzgün adamlar gelmeye başlıyor. Efendisi- Evladım diyor hele bir hayat hikâyeni anlat sen nasıl köle oldun?- diye sorunca Köle-Efendim ben Mağrıb(şimdiki Fas civarı) hükümdarın oğluyum. Babam komşu ülke ile savaşta mağlup oldu. Ailemiz dağıldı, o hengâmede beni de esir ettiler, satıla satıla size kadar geldim. Babam eski gücüne kavuşunca ülkemizi geri almış, adamları iz sürerek beni buldular. Babamın adamları beni sizden almak istiyorlar, ben sizden insan muamelesi gördüm, benim de size iyiliğim olsun beni yüz elli bin altından aşağı verme deyince. Efendisi- Tamam oğlum söyle gelsinler hemen seni babana kavuşturayım.- Nihayet köleyi yüz elli bin altına hürriyetine kavuşturur, helalleşir ayrılırlar.
***
Genç Hacı zengin olarak köyüne döner, bir müddet köyünde dinlenir, ziyaretçilerini kabul eder. Şehir merkezinde ticaret planları yaparak Bağdat’a gider. Şehir merkezinde bir tanıdığı olmadığı için esnafın devamlı geldiği bir kahveye girer. Selam sabahtan sonra Kardeşler der, ben yabancıyım, biraz param var, esnaflık yapmak istiyorum var mı bana göre bir dükkân? deyince, yaşlı bir esnaf : Efendi oğlum bir halı dükkanı var, sahibi geçenlerde vefat etti, bir kızcağızı var oda dükkanı devretmek için beni vekil kıldı. Beğenirsen sana devredelim- der Velhasıl bizim hacı dükkânı devralır. Ticarete başlar, aradan üç beş zaman geçince, komşu dükkân sahibleriyle dost olur. Bir gün komşu esnaf -hacı efendi sen bekarmışsın seni evlendirelim derler. İyi de ben buralarda yeniyim. Kimin kapısını çalayım. -Yahu derler dükkânını devraldığın rahmetli komşumuzun yetişkin kızı var sana uygundur, hem o kız bize rahmetliden emanettir. Birbirinizi görün, tanışın Rabbim yazdıysa olur derler. Nihayet gençler tanışır, ziyafetler verilir, düğün dernek kurulur, genç evliler yeni evlerine çekilirler. Bir kaç gün geçince bir sabah kahvaltıdan sonra işe gitmeye hazırlanan hacı efendiye hanımı; Bey der, babamdan bana biraz altın kaldı, onları sana getireyim de sermaye yap, artık ayrı gayrımız yok benim param senin artık. İyi ya getir bakalım- der. Biraz sonra hanımı üç kese altınla döner. Bey der; şu ikisinde biner altın var, şunda da dokuz yüz yetmiş altın var. Deyince hacı herhalde ihtiyacını harcamaya bu üçüncü keseden başladın galiba otuz altın eksilmiş deyince hanımı;
-Hayır der o keseyi rahmetli babam bu yıl hacda tavaf esnasında düşürmüş. Bir helal süt emmiş genç bir hacı bulup babama teslim etmiş babam da mükafat olarak otuz altını o hacıya vermiş. Onun için kese eksik, deyince. Genç hacı keseyi tanımış. Hanım demiş bana müsade et de bir şükür secdesi yapayım.
Sahi değerli okuyucularımız, içinde bin altın olan bir kese bulsak ne yaparız acaba?
Muhammed KÜÇÜKKONUKLAR