Tarihten günümüze izler
Beykoz adı tarihi kaynaklarda farklı köklerden türediği belirtilse de bunlardan en somut olanları Bizanslılar döneminde Amikos, Osmanlılar döneminde Beykoz adı ile anılmaya başlanmasıdır. Beykoz İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açılan Anadolu yakasında tarihi İstanbul kadar eski olan bir yerleşim yeri.
Osmanlı döneminde padişahlara mahsus çok sayıda Has bahçeleri bulunan Beykoz bu özelliğini günümüze kadar taşıdığını söylemek mümkün. Padişahlar özellikle ilkbahar ve yaz aylarında bu bahçelere gezinti düzenlerler, mekân ve hava değişikliğiyle rahatlamaya çalışırlardı. Bu gezintiler haftalarca sürebileceği gibi günlük de olabilirdi. Günlük gezintilere biniş-i hümayun denilirdi. Çok çeşitli meyve ve sebzenin bulunduğu bu şahane mekânlarda padişahlar, saray içindeki alışkanlıklarını da devam ettirirler; musiki dinlerler, kahve içerler ve çeşitli eğlenceler tertip ederlerdi.
Fatih Sultan Mehmet’in 1458 yılında, Akbaba Köyü’ne ait bir arazide (bugünkü Tokat köy mahallesi) avlanırken Tokat İli Kalesi’nin fethedildiği haberi kendisine bildirilir. Fatih sevincini ifade ederek: Tez burada bir hadika-i irem-nümâ bir bina edin ve ismine Tokat Bahçesi deyin… şeklinde ferman buyurur. Daha sonraki yıllarda bahçe, Kanunî Sultan Süleyman tarafından yeniden tasarlanıp tamir ettirilmiş ve içine müştemilâtı ile birlikte bir de köşk yaptırılmıştır. Sultan I. Mahmut tarafından yeniden yaptırılan kasra Hümayunâbâd ismi verilmiştir. Daha sonra Tokat Çiftliği olarak anılmaya başlanan bu bahçeyi çok seven IV. Murat, buraya hatıra olarak mermer bir Nişantaşı diktirmiştir. Sultan Abdülaziz zamanında dördüncü ve son kez yenilenen kasır, I. Dünya Savaşı’ndan önce yanmıştır. Kasrın olduğu yer bugün Tokat köy Mahallesi Meydanı olarak bilinen yerdir. Fakat kasırdan herhangi bir eser yoktur.
Beykoz’un Osmanlılar döneminde ki Has Bahçelerinden bir olan ve günümüze Sultaniye parkı olarak kullanılan Sultaniye ‘ye III. Murat devrinde bir köşk yaptırılmış. Acem Köşkü adı verilen bu bina, günümüzde batık köşk olarak anılmaktadır. Sultaniye bölgesine padişahların ilgisi III. Ahmet dönemine kadar devam etmişse de bu gelenek daha sonra terk edilmiştir. Sultaniye ‘ye padişahların ilgiyi azaltmalarına paralel olarak halkın geliş gidişi daha da artmış. Ayrıca çayırda zaman zaman sünnet düğünleri ve güreşler tertip edildiği de kaynaklarda ve arşiv kayıtlarında belirtilmektedir.
Beykoz’da padişahların en önemli uğrak yerlerinden biri de Göksu civarıydı. Özellikle Cuma günleri çok hareketli olan bölgeye sultan, şehzâdeler ve hanedanın kadın üyeleri kalabalığı seyretmek için gelirlerdi. Sultan Abdülmecit zamanına kadar hanedan mensuplarına yasak olan Göksu Deresi’ndeki bu gezintilere, Abdülmecit tarafından izin verildiği bilinmektedir. Yıllar boyunca birçok yerli ve yabancı şair, yazar ve edebiyatçılara ilham kaynağı olmuş, birçok Türk Filmlerine konu olan, şarkılarda isimlerini duyduğumuz Göksu’nun günümüzde bu güzelliklerinden pek bir şey kalmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Pınarlar Cenneti Beykoz
Beykoz, İstanbul’a çatanalarla içme suyu taşınan hayati önemde bir pınarlar cennetiydi. Bu pınarlardan en meşhuru, günümüzde On Çeşmeler olarak bilinen önce Kanuni’nin hasodabaşısı Behruz Ağa tarafından inşa ettirilip daha sonra Sultan I. Mahmut tarafından Gümrükçü İshak Ağa’ya yeniletilen çeşmedir. Behruz Ağa Çeşmesi’nin sularının kesilmesi üzerine halk sultana müracaat etmiş, bunun üzerine I. Mahmut, bu işle Gümrükçü İshak Ağa’yı vazifelendirmiştir. Yeni çeşme, büyük bir meblağ sarf edilerek kâgir ve kare şeklinde inşa olunmuştur. Bu çeşme, bundan sonra İshak Ağa Çeşmesi olarak anılmaya başlanmıştır. Gümrük Emini İshak Ağa tarafından yenilenen bu çatılı saçaklı, nakışlı su köşkü, bir huzur mimarîsi olarak sadelikle karışmış bir haşmet ve mehabet örneğidir. Günümüzde bu yapı Beykoz Meydanındaki ilk günkü gibi ihtişamı ile ayaktadır.
Bundan başka irili ufaklı yüzlerce çeşme Beykoz coğrafyasını süslemektedir. Beykoz’daki bu çeşmelerin büyük bir kısmı yine padişahlar ve önemli devlet ricali tarafından yaptırılmıştır.
1856 yılında Sultan II. Mahmut tarafından Karakulak Suyunun kaynağı altına bir çeşme yaptırmıştır. Çubuklu Çayırı’na yapılan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Çeşmesi, 1806 yılında Küçüksu Köşkü’nün önüne yaptırılan Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi, 1822 yılından Çubuklu-Kanlıca arasındaki sahile yaptırılan Berberbaşı Ali Efendi Çeşmesi günümüze kadar güzelliğini koruyarak gelmiş ünlü çeşmelerden bazılarıdır.
Beykoz’da hâlihazırda ayakta kalan birçok çeşme bulunmakta olup, kaynaklarda bulunan fakat ayakta kalmayan onlarca tarihi çeşmenin de olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu çeşmeler çeşitli sebeplerden dolayı yok olmuş durumdalar.
Un Değirmenlerinden Sanayileşmeye
Beykoz, Osmanlılar döneminde su değirmenleri ile de meşhurdu. Bu değirmenlerin önemli bir kısmı devlete ait olup ordunun ihtiyacını karşılıyordu. Ustasına uncubaşı ve acemi oğlanlardan müteşekkil ocağına da Değirmen Ocağı adı verilirdi. Hatta saraya mahsus has unu hazırlayan beylik değirmenler de Beykoz’da idi. Hünkâr iskelesi ve Göksu kıyılarında ki değirmenler, Beykoz’da sanayi tesislerinin kurulması ile birlikte yerlerini uzun yıllar hizmet verecek olan kâğıt ve deri fabrikalarına bıraktılar. Bu dönemden sonra Beykoz’da bir bir sanayi tesisleri kurulmaya başlandı.
1845’te Tophane Nâzırı Ahmet Fethi Paşa tarafından Çini ve Cam Fabrikası kuruldu. Dönemin Bursa Valisi Mustafa Nuri Paşa tarafından kurulmuş olan Cam ve Billûr atölyesi 1846’da devlet tarafından satın alınarak yönetimi de Darphane Nâzırı Tahir Bey’e verilmiştir. Billûr, Opalin, Çeşmibülbül gibi eserlerin üretildiği bu imalathaneye Venedikli, Bohemyalı ve Fransız cam ustaları gelmiş ve burada çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra ise 1899 yılında Paşabahçe’de, Saul Modiano isimli bir İtalyan tarafından Fabrica Vetramini di D. Modiano ismiyle bir cam fabrikası kurulmuştur. 1934 ise Paşabahçe Cam Fabrikası kurulmuş. Böylece Paşabahçe, yıllar içinde Türk camcılık geleneğinin beşiği durumuna gelmiştir. Beykoz’da faaliyet gösteren diğer fabrikalar ise; Paşabahçe İspirto ve İçki Fabrikası, Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası, Çuka ve Kilim Fabrikası ve Çini ve Tabak Fabrikalarıdır.
Beykoz’da Osmanlı döneminde atılan sanayi temelleri yakın tarihlere kadar devam etmiş, İstanbul’un ve Beykoz’un yeni şehircilik planlamaları ile birlikte sanayi tesisleri başka şehirlere taşınmıştır. Beykoz camlarına ait Paşabahçe markası, uzun yıllar Paşabahçe’de kurulu bulunan Şişe-Cam fabrikasında üretilen ürünlere basılmış ve halen ülkemizin farklı bölgelerinde ki cam fabrikalarında bu markayla ürünler üretilmeye devam etmektedir. Beykoz Camlarının önemli ve ün yapmış birçok ürünü bulunmaktadır. Bunlardan en önemlilerinden biri olarak Çeşmi Bülbül ününü dünyaya yaymış bulunmaktadır. Son yıllarda Beykoz eski Cam geleneğini sürdürmek için yeniden atağa geçmiş durumdadır.
Aynı Gök kubbe altında bir hoş seda Beykoz
Dini mekânları ile İstanbul’un hatta ülkemizin önemli köşelerinden biridir Beykoz. Beykoz’u ziyaret etmek için birçok sebepten sadece biridir. Manevi varlığı ve tarihi geçmişi ile günümüzde ziyaretçilerine huzurlu bir hava ve insan ruhunun şekillenmesine imkân sunan bu mekânların başında 1756 yılında Sultan III. Osman’ın sadrazamı Yirmi sekiz Çelebizâde Mehmet Said Paşa tarafından yaptırılan Hz. Yuşa Kabri gelmektedir.
Beykoz meydanından bulunan Beykoz Serbostanî Mustafa Ağa Camii (Beykoz Camii), Mimar Sinan’ın yaptığı Kanlıca İskender Paşa Camii, Anadolu kavağında bulunan Midillili Ali Reis Camii ve Anadoluhisarı kalesi önünde bulunan Toplar önü Namazgâhı olarak bilinen açık hava mescidi Beykoz’un tarihi ibadet yerlerinden sadece birkaçıdır.
Yüzyıldan fazladır varlığını günümüze kadar sürdüren Beykoz’un tarihi camileri, farklı dinlere ait ibadet yerleri ve manevi şahsiyetlere ait kabristanları ile Beykoz’a yolu düşen herkese manevi bir hava sunuyor.
Beykoz’un eski yerleşim yerleri ve nüfusuyla ilgili kaynaklar ve yaşayan birçok tarih bizlere bilgi veriyor. İlk yerleşim yerlerinden bulunan Tarihi Mezarlıklarda ki mezar taşlarını incelediğimizde en eskilerinden biri olan Göksu Deresi kenarında kurulu bulunan Anadoluhisarı Mezarlığı, Tespit edilebilen en eski mezar taşı Hicrî 1069 (1659) tarihini taşımaktadır. Anadoluhisarı’nın, Osmanlıların bu bölgede hatta İstanbul’da ilk yerleşim yeri olması dikkate alındığında İstanbul’un en eski Türk kabristanlığı olduğu söylenebileceği kanaati oluşmaktadır. Yuşa Türbesi Mezarlığı, Çakmak Dede Mezarlığı, Gazi Yunus Mezarlığı, Şahinkaya Mezarlığı, Kemer üstü Mezarlığı, Kanlıca Mezarlığı, Paşabahçe Mezarlığı, Akbaba Mezarlığı ve Garipler Mezarlığı’nda günümüze kadar varlığını sürdüren üç binden fazla eski yazılı mezar taşı ile Beykoz’da yaşayan nüfus hakkında fikirler sunuyor. Beykoz’un tarihi mezarlıklarıdır.
Kasırları ve Koruları ile tarihi süreç içeresinde sürekli kendinden söz ettiren Beykoz günümüzde de bu özelliğini sürdürmeyi başarıyor. Her ne kadar bu kasır ve korular il zamanki gibi olmasa da geçmişten gelen geleneğine bağlı olarak günümüz kültürü ile harmanlanmış olarak ziyaretçilerine Turistik ve Sosyal hizmet anlayışı içerisinde hizmet sunmaya devam ediyor.
Sadrazam Divittar Mehmet Paşa tarafından (1751-1752) Göksu Deresi kıyısında Padişah I. Mahmut için yaptırılan Küçüksu Kasrı (Kasr-ı Hümayun) günümüzde tüm güzelliği ile İstanbul Boğazı kıyısında bir inci gibi duruyor. 1845’de yapımına başlanan ve inşaatı on yıl süren Beykoz Kasrı (Hünkâr Kasrı) ise uzun yıllar farklı şekillerde hizmet vermiş fakat son yıllarda yapılan yenileme çalışmaları sonucu ziyaretçileri ile buluşacağı günü bekliyor. Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa tarafından 1907 yılında geniş bir alan üzerine yaptırılan Hidiv Kasrı ise günümüzde koruluk alanları ve parklarıyla birlikte Beykoz’un en gözde yerlerinden biridir.
Geçmişteki tarihini ve kültürünü günümüze taşıyan Beykoz, göçle birlikte gelen müdavimlerinin kültürü ile harmanlanarak İstanbul’un renkli bir mozaiği haline gelmiş bir yerleşim yeridir. Asırlardır ayakta kalmayı başaran Tarihi Ağaçları, Geniş Çayırları, Dalyanları, Çamurundan yapılan testileri, verimli toprakları ve Arnavut kaldırımları ile yüzyıllardır farklı inanç ve kültürlere sahip sakinleri ile aynı gök kubbenin altında hoş seda etmektedir.
Yararlanılan kaynaklar:
Ağat, Nilüfer, Boğaziçi’nin Turistik Etüdü, İTÜ Mimarlık Fakültesi yayınları, İstanbul 1963
Aynur, Hatice Karateke, Hakan T. III. Ahmed Devri İstanbul Çeşmeleri (1703-1730, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1995
AYVERDİ, Semiha, Boğaziçi’nde Tarih, İstanbul 1968
Bilgin, Arif, Osmanlı Padişahlarının Bahçe Gezintileri ve Beykoz’daki Tokat Bahçesi, Yayınlanmamış Makale
BİLİR, Ali, Çeşmibülbüle Gizlenmiş Abıhayat Beykoz, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008
De Fontmagne, Durand (Çev. Gülçicek Soytürk), Kırım Harbi Sonrasında İstanbul, Tercüman 1001 Eser, İstanbul 1977
Deleon, Jak, Boğaziçi Gezi Rehberi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998
Eldem, Sedad Hakkı, Köşkler ve Kasırlar, c. II. İstanbul, 1974
EYİCE, Semavi, Bizans Devrinde Boğaziçi, İÜ. Edebiyat Fak. Yay. İstanbul, 1976
Galitekin, Ahmed Nezihi, Hadikatü’l–Cevami, İşaret Yayınları, İstanbul 2001
İnciciyan, G.V., Boğaziçi Sayfiyeleri, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2000,
Kayabal, Aslı, Tarihi Değirmen Yeniden Un Öğütebilecek mi, İstanbul 3 aylık dergi, Tarih Vakfı Yayınları, Ocak, 2002
Kuneralp, Sinan, Son dönem Osmanlı Erkan ve Ricali (Prosopografik rehber), İsis Yay. İstanbul, 1999,
Küçükerman, Önder, Beykoz Fabrikası, İstanbul, 1988
Osmanlı Arşiv Belgeleri
Öneş, Edhem RuhiBaytur, A.KadirAlp, Hayrettin, İstanbul Camileri, İstanbul Yayıncılık, İstanbul, 1998
Öz, Tahsin, İstanbul Camileri, , I. – II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997
Sluis, Rhonda Vander, Boğaz’dan, Çitlembik Yayınevi, İstanbul, 2000
stanbulluoğlu, Ari-ŞENTÜRK Şennur, Beykoz Camları, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 1997
Tanışık, İbrahim Hilmi, İstanbul Çeşmeleri, Maarif Matbaası, İstanbul 1943
Uluçay, M.Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, T.T.K. yayınları, Ankara, 1985