Çocukluğum…
Bu kelimeyi söylediğimde aklıma gelen ilk yerlerden biridir Anadolu Kavağı…
Çınar ağacının gölgesinde oturup fındık ya da kestane sattığım,
Okul harçlığımı çıkardığım,
Atatürk büstünün her gün özenle yıkandığı,
Halka açık meydanlarının turistlerle dolup taştığı,
Gelen turistlerle iki kelime İngilizce konuşabilmek için çabaladığım,
Restoranların etrafında aç karınlarını doyurmak için bekleyen hayvanların başını okşadığım,
Babamın, yıllarca alnının akıyla çalışıp helalinden kazançla eve geldiği yerdir Anadolu Kavağı…
Hiç unutmam;
Ruhan Amcanın fındıklarımı satmak için sarf ettiği çabayı,
Üniversite sınavına hazırlanırken test kitaplarından bana da ayıran Serdar Lüleburgaz’ın üzerimdeki emeklerini,
Doğanay’ın sahiplerinden Hasan Çavdarlı’nın kursağımızdan geçen ekmeğini,
Aç mısın, bir şey hazırlayalım mı diye soran esnafı,
Dondurma ısmarlayan İsmail ağabeyi ve daha nice büyüklerimi…
İnsanların çınar ağacının gölgesinde soluk aldığı, cebindeki paraya veya keyfine göre balık ekmek yediği, evine dönmek için vapurunu beklediği halka açık alanlar nasıl oldu da masalarla doldu? Kimlerin ricasıyla bu hale geldi, hiçççç bilinmez!!!
Bildiğim şeyler var elbette!
Otobüs seferlerinin Kavacık-Anadolu Kavağı hattı arasında yapılması ve Üsküdar hattının kaldırılmasıyla,
Beykoz’un ev sahipliği yaptığı Turizm haftasında Anadolu Kavağı’nın görmezden gelinmesiyle,
Geçtiğimiz yıllarda yerli ve yabancı turist akınına uğrayan ancak tarih konusunda turistleri bilgilendirecek İngilizce metinlerin bile olmamasıyla,
Beykoz sahillerinde hatır-gönül-siyaset ilişkisiyle halka açık alanlara masaların atılmasıyla,
El etek öpenlerin, kula kulluk edenlerin ricasıyla,
Boş bulduğu meydanlarda at koşturanların el birliğiyle,
Anadolu Kavağı’nın gelişimi için önerilere kulak tıkayanlarla,
İstanbul’un nadide yerlerinden biri olan ve küçük bir balıkçı kasabasını andıran yer, olması gereken noktaya ulaşamadı henüz.
Peki çok mu geç?
Değil elbette.
Anadolu Kavağı’nı avucunun içi gibi bilen, vatandaşla iç içe olan, belediyenin kapısını çalmaya devam eden, belediyeden gerekli destekleri bekleyen Anadolu Kavağı Muhtarı Serdar Lüleburgaz olduğu sürece bu saydıklarım hiç de zor değil.
Anadolu Kavağı; yenilenen yolları, düzenlenmesi gereken sahili ve yapılması gereken pek çok değişiklikle beraber iğne atsanız yere düşmeyeceği eski günlerine geri döner belki de. Yapılan ricalar mı yetersiz kaldı bilinmez ama halka ait açık alandan da birileri çekmiş gibi ellerini. İnsanların oturup gölgesinde dinleneceği, belki de tüttüreceği, bir mekana girmeden balık, midye veya kalamar yiyeceği, sıcak havalarda dondurmasını mideye indireceği günler bence çok yakın.
Anadolu Kavağı’nın yeniden eski canlılığına kavuşması için;
15-A Kavacık-Anadolu Kavağı hattına ek olarak; Kadıköy-Üsküdar’dan hareket ederek Anadolu Kavağı’na her gün ulaşan otobüs hattı yapılması oldukça doğru bir adım olacaktır.
Hatta Eminönü’nden hareket eden Anadolu Kavağı vapur seferlerinin de yaz aylarında sayısının artırılmasının faydası olacağı inancındayım.
Beykoz Camcılığının Tarihi Mirasını Koruma ve Geleceğe Kazandırma Projesi’nin bir parçası olarak Anadolu Kavağı’nda kurulan, cam sanatının zenginliğinin sergilendiği showroom ve satış noktalarının da; insanların çay-kahve içeceği, manzaraya da doyacağı bir sanat yuvası haline getirmek de yerinde olur diye düşünüyorum.
Unutulmaması gerekenlerden biri de; tarihi yapıtların yanına özel panolar yaptırılarak Türkçe ve İngilizce tanıtım metinlerinin yazılmasıdır.
İnanıyorum ki, 3.köprünün de varlığıyla beraber Anadolu Kavağı’na rağbet daha da artacaktır.
Yapılması beklenenler aslında çok açık ve oldukça basit. Geriye Beykoz Belediyesi’nin yapacaklarını izlemek ve Anadolu Kavağı’na ne kadar sahip çıkacağını görmek kalıyor!
Sağlıcakla…