Kadim dostum Erdoğan bana gelip ‘’gazetemize köşe yazısı yazar mısın’’ dediğinde aklıma gelen ilk şey, bunun getireceği sorumluluğu kaldırıp kaldıramayacağımın endişesi oldu. Endişe diyorum çünkü ‘’hariçten gazel okuma’’ nın kolaylığı ve uçuculuğuna kıyasla, altına imzanızı atacağınız bir yazının sizi sürekli takip edeceğini bilmek, belli bir sorumluluğu üstlenmeyi gerektiriyor. Umarım gazetelerinde yer vererek gösterilen bu teveccühe mahcup olmadan karşılık verebilirim..
İlkyazı bir ‘’merhaba’’ niteliğinde ve gayesinde olacağından içeriğini kısa tutmak adına, ilkyazıma üzerinde düşünmeye değer bulduğum ve birkaç gündür zihnimi meşgul eden Einstein’ın bir sözünü sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum. Söz şöyle;
‘’Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.. Başarılı insan, hayattan verdiğinden fazlasını alır. Değerli insan ise, hayattan aldığından fazlasını verir..’’
İlkeli yaşamayı başarılı olmaya tercih edenler için söylenmiş, ne kadar güzel bir söz.. Bu sözü okuduğum zaman iki şeyi tekrar düşünmek ve düzeltmek gerektiğini fark ettim. Birinci yanlış ; bize empoze edilmeye çalışılan fikrin, ‘’ne pahasına olursa olsun!’’ başarılı olmamız gerektiği.. İkincisi ise; bu ikisi arasında, yani başarılı olmakla değerli olmanın farklı şeyler olduğunun bilinmemesi (ya da söylenmemesi !).
Evet, başarılı olmak, değerli olmayı beraberinde getiriyor zaten denilebilir. Ama ikisi arasındaki farkların ciddiliğini kavrayamadığımızda, yaşadığımız çağın da hastalıklarından biri olan, değerlerini bir kenara atarak ‘’amaca ulaşmak ve başarılı olmak için her yol mubahtır!’’ prensibi genel bir doğru olarak kabul görüyor. Özünde hiç de insani ve vicdani bir kaygı taşımayan bu prensip ya da bakış açısı, maalesef başarıya ulaşmak için ‘’olmazsa olmaz bir hakikat’’miş gibi genel kabul görmüş durumda.
Siyaset bilimcilerin, adına Makyavelizm dediği bu anlayış, toplumun ticari hayatından siyasi hayatına, bireysel alandan umumi alana kadar her alanda etrafımızı çepeçevre kuşatmış gibi..
Hâlbuki bizim literatürümüzde keyfiyet ve kemiyet olarak birbirinden ayrı tutulmuş iki farklı değerlendirme var. Kemiyet,’’ miktar, sayı, nicelik ’’ , keyfiyet ise,’’kalite, nitelik’’ demektir. Bizim için değerli ve öncelikli olması gereken şey kemiyet değil keyfiyettir.
‘’Kemiyetin, keyfiyete nispeten ehemmiyeti yok’’
Zaman, aslında bize bu iki yaklaşımın farkını ve doğru ile yanlışın neler olduğunu görmemiz için yeterli argümanı veriyor.
Mesela son dönemdeki siyasi gelişmelere bu pencereden baktığımız zaman görüyoruz ki, içinde vicdani ve insani bir yaklaşım bulunmayan, tamamen ‘’mademki güçlüyüm o zaman hâkimiyet benim olmalıdır’’ anlayışıyla hareket ederek kazanılan başarı, başarı değilmiş.
Görüyoruz ki, böyle ölçüsüzce, baskıyla, darbelerle ve ‘’ah’’ alarak gelen başarı, başaranı vezir değil, sonuç itibariyle rezil edebilirmiş!
Görüyoruz ki, ‘’ne pahasına olursa olsun’’ diyerek başarı elde etmek isterseniz, bunu ‘’paha’’lı ödeyebilirmişsiniz!
Görüyoruz ki, değerli olmak ya da değerleri olmak; ‘’gerçekten başarmak’’ için güçlü olmaktan bile önemli olabiliyor.
Ve görüyoruz ki, yüreğinin sesini dinleyerek gidilen yollar (yağmurlu da olsa) her zaman doğru yere çıkıyor…