Çocuklarla birlikte ne çok şey öğrendik!

Beykoz Fatinhoca İlköğretim Okulu öğrencileri ile birlikte Şişli Bilim Merkezi’ne gittik. Çocuklar ile birlikte ne çok şey öğrendik!

Fatinhoca İlköğretim Okulu öğrencileri ile birlikte Şişli Bilim Merkezi’ne düzenlenen bir geziye katıldık!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Beykoz Fatinhoca İlköğretim Okulu öğrencileri ile birlikte Şişli Bilim Merkezi’ne gittik. Çocuklar ile birlikte ne çok şey öğrendik!

Fatinhoca İlköğretim Okulu öğrencileri ile birlikte Şişli Bilim Merkezi’ne düzenlenen bir geziye katıldık! Çocuklar ile birlikte hem bilgilerimizi tazeledik, hem de yeni şeyler öğrendik!

Sultaniye’den çıktık yola

4B sınıfı öğrencileri ve 2. Kademe İzcilik Kulübü öğrencileri ile birlikte Sultaniye’den bindik otobüse… “İlim Çin’de dahi olsa öğrenin!” denmiş bize ne de olsa! Yolda çocukların şarkıları, türküleri derken; ne kadar sürdüğünü anlamadık, bir baktık, Bilim Merkezi’ne varmışız!

Burada yaşlarına göre iki gruba ayrılan Fatinhocalı’lar, farklı rehberler eşliğinde, müzeyi gezdiler, deneyler yaptılar. Tabii, onlarla birlikte de Beykoz Güncel’i temsilen, ben de!  

Erkeğin sesi neden kalın da, kadınınki ince?

Fatinhoca İlköğretim Okulu öğrencileri, bu gezileri sırasında birçok soruya cevaplar buldular. Bunlardan bir tanesi, kadın sesinin neden ince, erkek sesinin ise neden kalın olduğuydu. Bilim Merkezi’nde bu amaçla oluşturulmuş olan borular dizinine tokmak ile vuran ve farklı uzunluktaki borulardan farklı kalınlıkta sesler çıktığını gören öğrenciler, kendilerine eşlik etmekte olan rehberlerinden, uzun borulardan kalın ses; kısa borulardan ise tiz seslerin çıktığı bilgisini aldılar. Ve bu şekilde, erkeğin ses tellerinin kadına göre daha uzun olması dolayısıyla, sesinin de daha kalın olduğunu öğrenmiş oldular.

Büyük Ayı’yı gördüm!

Gökyüzüne bakıp da takımyıldızlarını tanıyanlara hep şaşırmışımdır! Adına “Samanyolu” denilen galakside yaklaşık 2,5 milyar yıldız bulunuyor. İşte, Bilim Merkezi’nde Kutup Yıldızı, Büyük Ayı, Küçük Ayı, Andromeda ve diğer yıldız takımlarını görmek mümkün. Önümüzde duran kütük şeklindeki bir cihazın üzerinde çeşitli takımyıldızlarına ait düğmeler vardı ve biz meraklıları, istediğimiz yıldızın üzerine dokunduğumuzda, başımızın üzerindeki suni gökyüzünde o yıldız parıldayıveriyordu! Bundan eve de bir tane lâzım, kesin!

Hamamböceğinin beyni nerde? Ayaklarında!

Evet! Rehberimizin anlattığı bilgiler ışığında bilim yolculuğumuza devam ettik ve öğrendik ki; hamam böcekleri kafaları kopsa dahi 2 hafta müddetince yaşayabilir. Bu nasıl oluyor peki? Oluyor, çünkü hamam böceklerinin beyinleri kafalarında değil, bacaklarında bulunuyor. Kafası kopmuş olsa da, bacaklarında bulunan beyni yaşamaya devam ettiği için diğer yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirebilen hamamböceği bu nedenle yaşamaya devam edebiliyor. Peki, hayvancağızın iki hafta sonra ölmesinin sebebi ne? Açlık, sadece açlık! Çünkü ağzı kafasında olduğu ve dolayısıyla da kafası koptuktan sonra yemek yiyemediği için bu hayvan açlıktan ölüyor!

Hiç hasta olmayan Camgöz köpek balıkları acaba kansere çare olabilirler mi?

Efendim, isimlerini gözlerinden alan bu köpek balığı cinsi hiç hasta olmazmış. Hatta bu nedenle kanser hastalarına bu balıkların etinin yenmesi tavsiye edilirmiş. Üstelik bu hayvanların dişleri kopacak olsa, bunların yerine yeni dişler çıkıyormuş! O gün anladık ki, bu camgözler, gerçekten mucizevî hayvanlar! Dünyadaki sosyal sigorta sistemleri onları inceleme altına alsalar, gider haneleri bayağı bir rahatlayacak anlaşılan! Ancak silah üretmekten, bomba üretmekten, yok edici olan ne varsa üretmekten sağlık araştırmalarına ne kadar sıra geliyor acaba?

Onlara “Eskimo” demeyin; alınıyorlar!

Evet, Doğu Sibirya, Alaska, Kanada ve Grönland’da yaşayan ve çocukluğumuzdan beri adlarına genel bir tabir ile “Eskimo” dediğimiz yerlilerden bir kısmı aslında kendilerine bu şekilde hitap edilmesinden hiç mi hiç hoşlanmıyormuş!

Çünkü “Eskimo” kelime anlamı olarak, “çiğ et yiyen kişi” demekmiş. Bu nedenle bu şekilde bir hitap tarzını aşağılayıcı bulan Kanada “Eskimoları”, bu kelimenin kendileri için kullanılmasını hukuken engellemişler. Onlara “Eskimo” değil, “inüit” demek gerekiyor.

Bizler, inüitleri buzdan yapılmış o evlerde yani “iglo”lar ile özdeşleştirmişizdir. Ancak, kardan yapılmış bu iglolar, sadece bazı bölgelerde yaşayan inüitler tarafından ve sadece avlanma amacıyla yolculuğa çıkıldığında, geçici barınak olarak kullanılıyor. Bunların büyüklükleri ise bir aileye yetecek kadar. Yani anlaşıldığı üzere, inüitlerin bunların içinde misafir ağırlamaları pek de mümkün değil! Buna güvenerek misafirliğie gitmeyin sakın! Ancak ev sahibinizin sizin için yeni bir iglo inşa etmesi hiç de zor olmayacak, neden mi?

Çünkü inüitler için iglo yapmak oldukça kolay bir iş! Bir inüit yani Eskimo, bir saat gibi bir süre zarfında bir iglo inşa edebiliyor; ancak tabii ikinci bir kişinin yardımıyla! E, o kadarcık da el verilir artık!

Bir iglonun sıcaklığı ise +4 derece; ancak içinde bulunan insanların vücut sıcaklığı, iglonun sıcaklığını 16-17 dereceye kadar çıkarabiliyor.

İglonun dışında yağan kar, iglonun üzerine düşer düşmez eriyip kısa sürede donar. Yapımından birkaç gün sonra bu iglo, artık en sert fırtınalara, hatta üzerine çıkan bir kutup ayısının ağırlığına bile dayanacak sağlamlığa ulaşmıştır! İglo, kışın sonuna kadar yıkılmadan kalır. Yaz mevsimi geldiğinde yani sıcaklıklar artınca İnuitler, iglolarını erimeye terk ederler.

Yarasalar kulaklarıyla görüyorlar!

Vücutları fareye benzeyen bu canlılar, biraz ürkütücü görünmüyor değiller! Baş aşağı tutunarak uyuyan ve geceleri ortaya çıkan bu hayvanların görme yetileri ise oldukça zayıf! Peki, bu hayvanlar her yeri güllük gülistanlık görüyormuşçasına nasıl uçabiliyorlar öyle?   

Uçabiliyorlar, çünkü insan kulağının işitemeyeceği sesler çıkarıyorlar. Bu sesler, etraflarındaki cisimlere çarpıp geri döndükçe bu hayvanlar da yönlerini bulabiliyorlar. Bundan dolayıdır ki, yarasaların aslında kulaklarıyla gördüklerini söylemek hiç de yanlış olmaz! Biz sevinelim sevinelim de, onların çıkardıkları bu sesleri kulaklarımızın işitemediğine sevinelim!

Ahtapot, yavrularını korumak için kendi kollarını yiyor!

Ahtapotlar yumurtladıktan sonra şayet bir tehlike sezerlerse, hiçbir şekilde yumurtalarının üzerinden kalkmazlar. Ancak tabii, beslenmeleri de gerekiyor bir yandan; peki, yerlerinden kalkmadan bu iş nasıl olacak? Telefonla pizza çağıracak halleri yok ya!

Ne olacak? Tabii ki, çözüm doğanın içinde saklı. Sekiz kolu olan anne ahtapot ne yapabilir? Elinde, (pardon kolunda) ne varsa onu kullanır: Kendi kollarını yer. Evet, ahtapot kendi kollarını yiyerek açlığını gideriyor. İlginç olan, bu kolların kendini yenileyebilmeleri! Anne kollarını yiyince, yerine yenisi çıkıyor. Böylece, kendi kollarını yiyen anne ahtapot da yerinden kıpırdamamak suretiyle yavrularını korumaya devam etmiş oluyor!

Bu arada, halk arasında “ahtopot annelik” şeklinde bir tabir de var. Çocuklarının üzerine adeta yapışmış, onlara nefes aldırmayan, fazla kontrollü ve koruyucu olan ve bu şekilde çocuklarının kişisel gelişimini engelleyen anneler için kullanılan bir tabir bu kısaca belirtmek gerekirse!

Ağustos böcekleri nasıl ses çıkarıyorlar?

Çocukluğumda, kır bölgesinde oturduğum bir akrabamın evine yazın yatıya gittiğimizde geceleri bu böcekler korosunun çır çır ötüşlerini duyardım! O zamanlar hiç hoşlanmazdım bu sesten! Şimdi ise bu sesleri arar oldum! Çünkü bu ses, doğa demek, dokunulmamışlık, bozulmamışlık, sükûnet demek.

Peki, bu minicik böcekler bu sesi nasıl çıkarıyorlar? Efendim, erkek ağustosböceklerinin karınlarının altı sağlı sollu gergin bir zarla örtülüdür. Bunlar bir çift “ses çıkarma organı”dır. Bu minik hayvancıklar, kaslarının yardımıyla bu zarları titretiyor ve o müthiş sesi çıkarıyorlar.

Minik minik hayvan fosilleri

Fatinhoca’lı öğrenciler, gezilerinde ayrıca çeşitli hayvan fosillerini de görme olanağına kavuştular.

Ağacın yaşı nasıl anlaşılır?

Gezimiz sırasında 150 yaşında bir ağaç kütüğü de gördük. Ağacın yaşı nasıl anlaşılır? Bizim çocuklar bunun cevabını hemen verdiler: Halkalarından! Bir ağaçta, biri ilkbaharda, diğeri ise sonbaharda olmak üzere her sene iki halka çıkıyormuş efendim! Yani, müzedeki ağacımızda 300 halka var. Bunu ikiye bölersek, ağacın yaşı da ortaya çıkıyor: 150. E, insanoğlundan pek farklı değil! İnsanların da yüz ve el çizgileri, yaşlanmışlığını ele vermiyor mu? Botoks müdahalesini bir kenara bırakırsak tabii!

Bu arada, rehber ablamız, yarının büyüklerine hemen haklı mesajını da veriyor: “Ağaçları kesmiyoruz çocuklar!”

Rehber abla, büyükler ile birlikte gelirsek, sen bunu onlara da hatırlat, olur mu?

Kilonuz her gezegende faklı!

Şişli Bilim Merkezi’ne gitmişken kilolarımızı da tarttırdık! Neden mi? Çünkü üzerine çıktığınız ağırlık ölçer, sizin kilonuzu farklı gezegenlere göre gösteriyor! Yani, siz dünyadaki kilonuzun Merkür, Ay, Mars ve Jüpiter gezegenlerinde kaç kiloya tekabül ettiğini öğrenebiliyorsunuz!

Grubumuzun sevimli miniği Ennur’un kilolarına bakalım! Dünyada: 22 kilo olan bu dördüncü sınıf öğrencisi, Merkür’de 5; Ay’da 3, Mars’ta 8, Jüpiter’de ise 56 kilo geldi.

Ben mi?

Tabii ki ben de tartıldım. Kaç kilo muyum? Dünyadaki kilomu söylemiyorum! Zaten bundan sonra kilomu Ay’a göre söyleyeceğim: 11 kg! Hadi Merkür’ü de söyleyeyim: 15 kg, Mars mı?: 26 kg… Jüpiter ise kalsın!

Kendilerini çok zayıf bulanlar Jüpiter cinsinden konuşabilirler; benim şimdilik Jüpiter ile işim olmayacağı kesin!

Peki neden böyle?

Gezegenlere göre kilolarımızın değişiklik göstermesinin sebebi ne peki? Efendim, bunun sebebi, yerçekimi kuvvetinin her gezegende farklı oluşu. “Ağırlık”, bir cisme etki eden yerçekimi kuvveti olduğuna ve Jüpiter de en büyük ve yerçekiminin en fazla olduğu gezegen olduğuna göre, burada ağırlık da yerçekimi nispetinde artıyor!

Ay’a gelince… Dünyamızın uydusu Ay’da ise, yerçekimi dünyamızın sadece altıda bir kadar; o nedenle de kilomuz yani ağırlığımız burada daha düşük!

Sonsuz sayıda ARZU arasında fotoğrafımı çektim!

Şişli Bilim Merkezi’nin çocukların oldukça ilgisini çeken bir diğer yeri ise, içine girdikleri küçük bir odada bulunan aynaya bakınca, kendilerinden sonsuz tane daha görebilmelerini sağlayan bölüm oldu! Efendim, eşkenar üçgenin bütün kenarlarına ayna yerleştirilince bu sonsuzluğu elde etmek mümkün oluyormuş! Benden sonsuz tane daha mı? Sakın annem duymasın!

Daha neler, neler…

Biz o gün çok şey öğrendik; Fatinhoca’nın minik öğrencileri o gün olasılık, momentum transferi, güç odakları gibi birçok konuda deneyler de yaptılar. Kara deliklerin çekim kuvveti hakkında bilgi sahibi oldular, hareket halindeki bir daire içinde ayaklarını kaldırdıkları zaman daha hızlı dönebildiklerini gördüler…

Deprem ve yangın simülatörleri

Bilgi dolu gezinin son uygulamaları ise, Merkez’in içindeki deprem ve yangın ünitelerinde bilgilenmek şeklinde gerçekleşti.

Yüzde 96’sı deprem kuşağında olan bir ülkenin vatandaşları olarak depremle yaşamayı öğrenmek ve tabii bunun için de bilgili olmak zorundayız. İşte çocuklarımız, o günkü eğitim gezilerinde uygulamalı deprem odasına alındılar. Mutfak şeklinde hazırlanmış olan bu simulasyon platformunda değişik büyüklüklerde deprem tecrübesi yaşayan çocuklar, deprem anında nasıl davranmaları gerektiğini; sabitlenmiş rafların ve önüne engel konulmuş mutfak gereçlerinin yere düşmediğini, deprem anında doğalgaz vanasını kapatarak, dışarı nasıl çıkmaları gerektiğini öğrendiler; deprem çantasının önemi konusunda bir kere daha bilgilendiler ve bu çantayı hazır vaziyette, evimizin çıkışa yakın bir yerinde tutulması gerektiği şeklindeki bilgilerini de tazelediler. Bu öğrendiklerini evlerine gidince büyüklerine anlatacaklar! Umarız, büyükler kendilerine kulak verirler!

Ve yangın…

Deprem simülasyonunda bize rehberlik eden Emre, bir Beykozlu! Çocuklara yangının doğal bir afet olmadığını, istisnalar saklı kalmak kaydıyla, tedbirsizlik ve ihmalden kaynaklandığını  anlatıyor. Emre,  çocukları içinde koca bir oturma odasının görülmekte olduğu dev bir ekranın önüne götürüyor. O simülasyonun düğmesine basar basmaz ise ekrandaki koltuğun üzerinde bulunan kültablasından dumanlar tütmeye başlıyor. Odanın camı da açık… Siz anladınız! Ne oluyor, kültablası koltuğun üzerine düşünce korkunç yangın da başlıyor. Öğreniyoruz ki, bir oda 2,5 dakika içerisinde tamamen yanabiliyormuş.

Rehberimiz Emre, suyla oldum olası oynamayı çok seven çocukların eline itfaiye hortumunu vereceğini söyleyince olanlar oluyor! Herkes yangını söndürme arzusunda! Ve neticede yangın başarıyla söndürülüyor.

Ya mutfakta çıkarsa?

Oturma odasındaki yangına suyla müdahale ettik. Şimdi sıra mutfaktaki yangını söndürmekte! Laf aramızda, mutfaktaki yangını söndürebilenin heykelini dikeceğiz biz büyükler ya, neyse!

Çocuklar bu sefer mutfak görüntüsünü yansıtan simülasyonun önüne aynı itfaiye hortumuyla çıkıyorlar. Ancak bu sefer yangını söndürmede başarılı olamıyorlar. Neden acaba?

Öğreniyoruz ki, yağ ve parlayıcı sıvıların sebep olduğu bir yangına suyla müdahale edilmeyecek. Ne yapmak gerekiyor peki? Yangının üstünü örtün ve yangın söndürücü kullanın.

Kısa günde ne çok bilgi!

Sevgili büyükler, otobüslere doluşup çocukların gittiği yoldan gitmek gerekiyor anlaşılan! Bilgilerinizi tazelemenin veya yeni şeyler öğrenmenin hazzı büyük oluyor! İçinde yaşadığımız ve nimetlerinden faydalanmakta olduğumuz dünyamızı tanımak, insanoğlu olarak aslında boynumuzun da borcu.

Otobüslere doluşup bilim gezilerine çıkalım! Unuttuğumuz ve bilmediğimiz o kadar çok şey var ki. Kıymetini bilmek için sevmek gerek, sevmek için de tanımak, bilmek…

Haber: Arzu Başlantı

Çocuklarla birlikte ne çok şey öğrendik!
Bizi Takip Edin