Türk şiirindeki büyük değişimi başlatanların başında gelir Beykozlu Orhan Veli… Onu en iyi Oktay Rifat anlatır: ’Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı’
Orhan Veli, şair denildiğinde kalabalıkların aklına ilk gelendir. Çünkü o: “Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair”dir (Sait Faik).
Şiirlerinden bir örneğin lise son sınıf edebiyat kitaplarının son sayfasında yer aldığı yıllarda öğrenciler öğretmenin bu şiiri okutmasını özlemle beklerlerdi. Bu şiiri öğretmenler hiç okutmadı.
Yine de İstanbul şiirleri arasında en çok “İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı” hatırlanır.
Sait Faik, Orhan Veli’yi şöyle çizer: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles (üçgen) bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli.”
“Nüfus kağıdı” da denilen kimliğinin kopyasına göre, adı Ahmet Orhan’dır. Babasının adı Veli olduğundan, soyadı kanunundan (1934) önce Orhan Veli olarak tanındı. Aynı kaynağa göre 13 Nisan 1914 pazartesi günü İstanbul’un Beykoz semtine bağlı Yalıköy’de bulunan İshak Ağa yokuşundaki Çayır Sokağı’nda 9 numaralı konakta doğmuştur.
Okula Beşiktaş’ta Akaretler İlkokulu’nda başlayıp ertesi yıl Galatasaray Lisesi’nin ilk bölümünde yatılı oluşu, bu okul mezunu ve öğretmeni şairlere bir selam gibidir.
Bir yaşında kurbağadan korktu
Babasının Ankara’ya atanması Ankara’da okurken Ahmet Hamdi Tanpınar’la Rıfkı Melûl Meriç’in öğrencisi olmasını sağladı. Liseyi bitirdiği yıl, İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Fakültesi’ne girişi (hatta Talebe Cemiyeti Başkanı seçilişi) kaynaklarda akıl karıştıracak tarih farklılıkları, karışıklıklar gösterir. O yüzden kendi yaptığı özet kullanılmalı: “1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım.” (Orhan Veli Kanık, günün şiirinde “devrim” denilecek değişiklikleri birlikte yapacağı arkadaşlarını bulmuştur. Lise döneminde birlikte Sesimiz dergisini çıkarırlar. Ve yıkacakları şiir kurallarının tüm inceliklerini irdelerler.) 1936 yılında Varlık Dergisi’nde grup halinde göründüler: “Aşağıda dört şiirini okuyacağınız Orhan Veli, şimdiye kadar yazılarını neşretmemiş olmasına rağmen olgun bir sanat sahibidir. Gelecek sayılarımızda onun ve arkadaşları Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Mehmet Ali Sel’in şiirimize getirdikleri yeni havayı daha iyi belirtecektir.”
Orhan Veli’yle birlikte yer alan adlardan Mehmet Ali Sel onun yenilik yaptığı şiirlere attığı imzadır. Bir yıl sonra grubun şiirleri şairaneliği ve şiir sanatlarını reddeden bir şiire dönüştü. Garip şiiri, sokak diliyle gündelik konularda şiir yazılacağını savunur. Edebiyat dünyasının olumsuz tepkileri inanılmazdır: “Vezin gitti, kafiye gitti, manâ gitti… Türk şiirinin berceste mısraı diye, ‘Yazık oldu Süleyman Efendi’ye!’ rezaletini alkışladılar. (…) Ey Türk gençliği! Sizi bu hayâsızlığın suratına tükürmeye devam ediyorum.” (Yusuf Ziya Ortaç, 28 Mart 1940, Akbaba)
Orhan Veli, Garip’in önsözünde bu olumsuz bakış açısını yanıtlayacaktır: “‘Nasır’ ve ‘Süleyman Efendi’ kelimelerinin şiire sokulmasını hazmedemeyenlerse şairaneye tahammül edebilenler, hatta onu arayanlar, hem de bilhassa arayanlardır.”
‘Canan ki Degüstasyon’a gelmez’
Orhan Veli’nin “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” gibi dillere düşmüş bir başka dizesi Ahmet Haşim’in “Göllerde bu dem bir kamış olsam” dizesini alaya alan “Rakı şişesinde balık olsam”ıdır. Bu tür sataşmalar, sataştığı şiirlerle birlikte okunmalı: “(…)/ Canan ki gündüzleri gelmez/ Akşam görünür hav(u)z üzerinde” (A. Haşim, Havuz).
“Canan ki Degüstasyon’a gelmez/ Balık Pazarı’na hiç gelmez” (Orhan Veli). Degüstasyon, salaş meyhanelerin yer aldığı Balık Pazarı’na yakın, caddede lüks bir lokantadır.
1941’de Garip adlı ortak kitap yayımlandı. Kitabın kapağında “Orhan Veli, Garip, Şiir Hakkında Düşünceler, Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler” yazılıdır. Orhan Veli, Önsöz’de, yeni şiirin bolluk içindeki sınıfların beğenisine seslenmeyeceğini vurgular: “Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. (…) Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır.” Bu kitabın ikinci baskısında yalnızca Orhan Veli’nin şiirleri yer alacaktır.
Orhan Veli, 1945 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın Tercüme Bürosu’nda, sıradan bir kayıt görevinde çalışmaya başlar. Fransızca’dan çeviriler yaptı, çeviriler bakanlık klasikleri arasında yayımlandı. Bir yıl sonra Bakan Hasan Ali Yücel’in yerine Şemsettin Sirer gelince hava anti-demokratikleşti. Orhan Veli, tek cümlelik dilekçeyle istifa etti: “İşimden affımı saygılarımla rica ederim.”
Tercüme bürosundan ayrılan öteki yazarlarla birlikte bir dergi çıkarmaya karar verdiler. 1 Ocak 1949 Yaprak dergisi yayımlanmaya başladı. Derginin masraflarını bir arkadaşları karşılayacaktır. Yaprak’ın sahibi ve yazı işleri sorumlusu ise Orhan Veli’dir. Bu sorumluluk onun zaman zaman palto, kendisine hediye edilmiş resimler gibi para eden eşyalarını satmasına yol açtı. Aynı günlerde Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile Nâzım Hikmet’in hapisten çıkartılması kampanyasına katılarak üç gün açlık grevi yaptı.
Orhan Veli, Garip şiirinin kurallarının yaygınlaşmasının yozlaşmaya yol açışına karşı uyarı yazıları yayımladı: “Genç okuryazarlar, hatta bu işle uğraşanlar, sandılar ki şiir yalnız küçük olayların, yalnız alelade bir dille anlatılmasından meydana gelir. Böyle böyle bu basitlik, bu aleladelik şiirin bir tarafı, bir şartı oldu.”
İkinci kitabı ‘Vazgeçemediğim’den (1945) başlayarak şiirini de değiştirdiği görüldü. Asım Bezirci bu değişimi şöyle özetler: “Kimi şiirlerde akıl çizgisinden duygu çizgisine kayılır, mizah ve şaşırtma bırakılır, yer yer uyağa ve sıfata başvurulur, sözcük tekrarlarından, müzikten yararlanılır. Hepsinden önemlisi, halk şiirinin dil ve deyişine özenilir.”
En ilginç gelişme ise özdedir: Toplumcu şiire yaklaşır Orhan Veli de.
14 Kasım 1950’de 36 yaşında öldüğünde medeni durumu yıllar önce askerliğinde yazdığı gibiydi: “Çok âşık oldum. Hiç evlenmedim.”
12’si kitaplaşan çevirileri dışında biri çocuklar için 6 şiir kitabı vardı. Orhan Veli, durmadan kendini yenileyen bir şairdi. Oktay Rifat’ın sözleriyle “Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı.”
Orhan Veli’nin beğenip ‘tel’e okuduğu 22 şiir
‘Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti’ kitabı ve bu kitapla birlikte verilen CD, Orhan Veli’nin çok eski bir kayıt yöntemi olan ‘tel’e okuma ile kaydettiği ses kayıtlarından oluşuyor. Bu kayıtlarda Orhan Veli’nin kendi sesinden dinleyeceğimiz şiirleri ve bir de Karagöz oyunu yer alıyor. Kız kardeşi Füruzan Yolyapan’ın yıllarca sakladığı ve klasik bantlardan da önceki bir teknikle ‘tel’e okuduğu kayıtlarda Orhan Veli, en beğendiği 22 şiirini seslendiriyor. Bir dost ortamında kaydedilen bu şiirler, ölümünden yıllar sonra, Orhan Veli hayranları için gün ışığına çıkıyor. Orhan Veli’nin kızkardeşi Füruzan Yolyapan, bu kayıtların bir evde, bir yılbaşı eğlencesi sırasında kaydedildiğini tahmin ettiğini ama bu konuda pek bilgisi olmadığını, kayıtların da kendisine küçük ağabeyi Adnan Veli ölünce onun ahbabı olan Orhan Boran’dan geldiğini söylüyor. ‘Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti’de ayrıca, Orhan Veli’nin hiç bilinmeyen bir yanını, Karagöz oyunlarına merakını, oynatmadaki ustalığını da öğreniyor, kısa bir Karagöz muhaveresini kendi sesinden dinliyoruz.
Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti
Orhan Veli
Yapı Kredi Yayınları
2012, 80 Sayfa,
14 TL.