Cumhuriyetimizin 87. Yıldönümü ülkemizin her köşesinde büyük bir coşkuyla kutlanıyor. Resmi törenler, yürüyüşler, fener alayları, konserler ve resepsiyonlar düzenlendiğini, İstanbul boğazında yapılan muhteşem ışık gösterisiyle coşkunun zirve noktasına çıktığını hep birlikte takip ettik. Millet olarak Cumhuriyet coşkusunu yaşarken bir yandan gurur ve mutluluk duyuyor, bir yandan da toplumun nasıl her vesileyle sınıflara bölünmeye çalışıldığına bir kez daha üzülerek şahitlik ediyoruz.
Cumhuriyet; toplumu, cemiyeti, halkı yani cumhuru esas alan yönetim şeklidir.
Cumhuriyet, başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarının belli aralıklarla yinelenen seçimlerle ?millet? tarafından göreve getirildiği bir ?yönetim biçimi?dir.
Devletin başı Cumhurbaşkanıdır; Cumhurbaşkanı cumhuru temsil eder.
Demokrasi ise; toplumu oluşturan bütün unsurların devletin organizasyon ve politikalarını şekillendirmede eşit haklara sahip olduğu rejimdir.
Demokraside, değişik düşünceler, farklı görüşler ve ideolojiler meydana çıkabilir. Her düşünce hukuki zeminde örgütlenir ve düşüncesi yönünde toplumda karşılık bulmaya, topluma çözümler üretmeye çalışır. Tek bir görüşün toplumu, insanları bunaltması değil farklı görüşlerin zenginliği ve etkinliği yaşanır. Yani halk bizzat sahaya iner ve oyunu evrensel kurallar içinde kendisi oynar.
Açıkça görülmektedir ki; Cumhuriyet ancak demokrasi ile birlikte halkına mutluluk verebilir. Demokrasi olmazsa rejim her elini uzattığı yerde mağdurlar oluşturur, adeta mutsuzluğun kaynağı olur. Yönetenler halktan kopuk, halkı hor ve hakir gören bir anlayışla hareket edip, kendi hayallerinde tarifini yaptıkları ama aslında gerçek halkla asla bağdaşmayan bir ?halk?ı muhatap alarak diğerlerini yok sayarlarsa aslında toplumdaki ayrımcılığın öncülüğünü yapmış olmazlar mı?
Maalesef ki kendisini milletin efendisi, Cumhuriyetin sahibi gören elitler; Cumhuriyetimizi kuran bu aziz milleti on yıllar boyunca her seferinde farklı oyunlarla farklı bahanelerle yönetimden uzak tutmuş, milletimizi sınıflara bölerek birbirine düşürmüş, çeşitli kavgaları tetiklemiş ve arkasından milletin imkanlarını ve kaynaklarını kendilerinden kabul ettikleri seçkin dostlarına aktarmışlardır.
Ancak ülkemizde demokrasimiz güçlendikçe milletimiz gerçekleri gördükçe sesini her seçim sandığı önüne geldiğinde daha güçlü haykırmaktadır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözünü statükonun ve statüko yandaşlarının zihinlerine adeta kazımaktadır. Mevsim değişiyormuşçasına inatla ülkemizde de Cumhuriyetimiz artık demokrasi mevsimine doğru hızla ilerlemektedir. Artık milli egemenlik millete teslim edilmektedir.
Milleti bidon kafalı, çoban, göbeğini kaşıyanlar gibi aşağılayıcı ifadelerle ötekileştiren, dışlayan statükonun seçkin şımarıkları artık milletin herkes için demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, adalet ve eşitlik isteği karşısında güçsüzleşmekte ve ezilmektedir.
Cumhuriyete sahip çıkmayı milletin hiçbir derdine çare aramadan, millete hizmet üretmeden, milleti ikinci sınıf vatandaş sayarak sadece balo salonlarında resepsiyonlarda kutlamaktan ibaret zannedenler, şimdi ise devletin kurumlarının halka açılmasına da tahammül edememekte ve milletin tüm unsurlarıyla temsil edildiği resepsiyonlara katılmamaktadırlar.
Türkiye bütün dinamikleriyle birlikte büyümekte ve gelişmektedir. Milletimiz yüz binlerce şehit vererek kurduğu Cumhuriyete sahip çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz sonbahar millete düşman olanların ya da milleti kendilerine düşman görenlerin son baharı; mili egemenliğin, demokrasinin, hakkın, hukukun üstünlüğünün, temel hak ve özgürlüklerin ve Aziz Milletimizin yüzyıllarca sürecek baharının başlangıcıdır.
Sadullah KABAHASANOĞLU
Diğer Yazılar