Sularıyla meşhur Dereseki’nin bir güzel suyu da Ahmet Mithat Efendi tarafından satın alınan Sırmakeş suyu.
Beykoz’un Dereseki köyü, doğal güzelliklerinin yanı sıra kaynak sularıyla meşhur… Köyün çeşmelerinden akan tertemiz sularından içmek, ağaçların gölgesinde serinlemek ve dağ meyvelerinin tadına bakmak isterseniz burası bir hafta sonu gezisi için iyi bir alternatif.
Güneşin tam tepede olduğu vakitlerde Beykoz’dayız. Yemyeşil çayıra, tarihî yalılara, bahçeli evlere ve Boğaz’da seyre çıkan martılara güneş ışığının hüzmeleri ulaşıyor. İnsanı deniz kokusuyla karşılayan şirin ilçenin köyleri de Boğaz hattı gibi eşsiz güzellikte. Şehrin karmaşasından, gürültüsünden birkaç saatliğine uzaklaşmak istiyorsanız; rotanızı Beykoz’a çevirmenizde fayda var. Çünkü Beykoz’un köylerinde ağaç gölgesinde dinlenmek, dağ meyvelerinin tadına bakmak ve sofranıza taze balığı konuk etmek mümkün.
“Kızım, Dereseki’ye gitmeden, Karakulak suyundan içmeden evine dönme sakın. Hele o kızılcığın, karayemişin tadı iki gün damağından gitmez. Ben sana diyeyim.” demişti Niyazi amca. Ee, eskiler bilir, bize de onların nasihatine uymak düşer. Şimdi yola düşme vakti. Beykoz’un merkezini biraz geçince ‘Dereseki’ tabelası çıkıyor karşımıza. Örnekköy, Elmalı, Mahmutşevketpaşa köylerine komşuymuş Dereseki. Akbaba’yı geçince, Kaynarca’ya gelmeden… Kıvrımlı yolları geride bırakarak küçük köye ulaşıyoruz. Yolun sağında, ‘Kırklar Sultan Türbesi’ne gider’ yazıyor. Her beldenin manevî bir rehberi vardır ya, Kırklar Sultan da Dereseki’nin rehberi.
Kırklar Sultan’ın huzurunda dua vakti
Beykoz denilince akla ilk Hz. Yuşa Tepesi gelir aslında. Türkiye’nin her yerinden akın akın ziyaretçi alan türbeye uğramak istemeyen yoktur adeta. Beykoz’a gelirseniz, Hz. Yuşa’nın türbesinden sonra bir de Kırklar Sultan’ın türbesini ziyaret edin. Rivayete göre, Kırklar Sultan, ordu ile İstanbul’a giderken dere setinde şehit olmuş. Dereseki köyü de ismini bu olaydan almış.
Türbenin kapısının yanında bir levhada şu yazı var: ‘Burada meftun bulunan zatın Peygamber Efendimiz’in sülalesinden bir seyyid olduğu, kabrinin manevî bir keşifle Kanuni Sultan Süleyman zamanında Nakşî şeyhi Kemal Efendi tarafından tespit edildiği, Kırklar içinden ilmi ledün sahibi bir kutup olduğu ve Hızır Aleyhisselam ile görüştüğü rivayet edilmekte. İnsanların kalbinden geçen düşünceleri bilme gibi keramete sahip olduğu husus yaygındır.’
Kırklar Sultan başka bir rivayete göre Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin kırk talebesinden biri. Mutasavvıf ve âlim bir zat olması hasebiyle, türbesini ziyaret edip duasını almakta fayda var. Biz de avuçlarımızı semaya açarak dua edip, mübarek zatın da duasını alıp huzurundan ayrılıyoruz.
Sular gibi aziz köy…
Türbe ziyaretinden sonra köy yolunda ilerliyoruz. Öyle sessiz ve sakin ki, terk edilmiş bir yer izlenimi veriyor köyün her karesi. Ta ki, köy kahvesinden gelen çay kaşığı şıkırtısını duyana kadar… Yolun solunda köyün ihtiyarlarını, az ileride muhtarın mekânını görünce köy meydanına geldiğimizi anlıyoruz. Tipik bir Karadeniz beldesini andıran bu köyde adımbaşı çeşme var. Bazılarından yıllardır su akmasa da boş şişelerimizi doldurabilecek birkaç çeşme bulabiliyoruz.
Çeşmelerin önüne boş bidonlar sıra sıra dizilmiş. Bir de su sırası var tabii. Bilenler anlatıyor, bu çeşmelerden asırlık sular akarmış. Tertemiz, berrak, içtiğinizde gerçekten iyi su içtiğinizi hissettiren, tatlı sular… Dereseki; Karakulak, Sırmakeş, Deli Osman, Kırklar, Beyaz Pınar ve Kirazlı Dermal isimli sularıyla meşhur.
***
En eskisi Karakulak suyu
Köyün kaynak sularından biri Karakulak suyunun şöhreti asırlar önce öylesine artmış ki, sınırları aşıp Mısır, Suriye ve Fransa’daki saraylarda aranılır hale gelmiş. Sultaniye civarında has ahırlarda çalışan Karakulak Ahmet Ağa’nın keşfi olarak da bilinen bu su için önce Ahmet Ağa bir çeşme yaptırmış. Ardından bu çeşme III. Selim tarafından yenilenmiş. Rivayete göre bu su, padişahlara gümüş güğümler içerisinde sunulurmuş. Sultan II. Abdülhamit döneminde değeri daha da artmış, askerler tarafından korunmaya başlanmış. Bir dönem ağızları mühürlü damacanalarda muhafaza edilerek, su kayıklarıyla dağıtımı yapılmış. 1950’li yıllarda lezzetini ve ününü duyanlar Karakulak suyunu çeşmesini bir dizi onarımdan geçirmiş. Şu sıralar tarihî çeşmeden su akmıyor maalesef. Ama çeşme hâlâ tarihî kimliğiyle korunuyor.
Kızılcıklar oldu seleye doldu!
Kızılcık, sonbaharın habercisi. Eylül ve ekim aylarında meyvelerini verir, havalar iyice soğuduğunda ise sessizce yapraklarını dökerek tohuma çekilir. Karadeniz’de ve İstanbul’un Karadeniz’e yakın yamaçlarında bol miktarda yetişir. Dereseki’de de bulmak mümkün. ‘Anlatılmaz yaşanır’ derler ya işte aynen öyle. Böyle kıpkırmızı zeytine benzer bir meyve. Ekşimsi bir tadı var. Tadına bakınca ‘Bir tane daha asla yiyemem.’ diyebiliyorsunuz. Sonra nedense bir tane daha yiyorsunuz. Sonra bir tane daha, bir tane daha… Aman dikkatli olun, bu meyve bağımlılık yapabilir! Yemeyi abartmadığımız sürece pek çok faydası olduğunu söylüyorlar kızılcığın. Hoşafı, marmelatı, reçeli ve tarhanası yapılınca tadına doyum olmuyormuş. Birkaç kilo almak isterseniz, Beykoz’da Karadenizli bir köylünün tezgâhında tazelerini bulabilirsiniz.
Ahmet Mithat Efendi tarafından satın alınan Sırmakeş suyu lezzetiyle öylesine meşhur olmuş ki, Osmanlı döneminde başka ülkelere gönderilen hediyelerin yanında bir de damacana gönderilirmiş.
Seçkin misafirlere bu sudan kahve pişirilir, bu da ayrıcalık göstergesi olarak bilinirmiş. Bu kaynak suyu bugün varlığını hâlâ koruyor.
Sırmakeş suyunun şimdi Dereseki’de bir fabrikası var. Denemekte fayda var, bu sudan yapılan kahvenin hâlâ güzel olduğunu söylüyorlar.
ZAMAN