Bilindiği gibi ülke nüfusumuzun yüzde 1,4’ü engellilerden oluşmaktadır ve bu rakam gerçekten de azımsanmayacak seviyededir. Engelli vatandaşlarımızın ülke nüfusuna oranı bu kadar çok olmasına rağmen çok az bir kısmı eğitim imkânlarından yararlanmaktadır. Bir çoğunun evden çıkma olanağı dahi bulunmamaktadır ve bu engelli kardeşlerimiz topluma hiç entegre edilmeyerek asosyal bir yaşam sürmektedir. Oysa ki, Avrupa’da veya dünyanın bir çok yerinde engelliler saydığım tüm bu imkânlardan yararlanmakta hatta ve hatta bu imkânlar onların ayaklarına kadar götürülmektedir. İşte, yerine getirmediğimiz bu görevler ülkemizin ve milletimizin bir ayıbıdır.
Buradan devletin resmi kurumlarına sesleniyorum! Hani anayasada yazan fırsat eşitliği ilkesi var ya, işte o ilke sadece kâğıt üzerinde kalmakta. Oysa ki, devletimiz istisnasız her vatandaşına bu eğitim olanaklarını sağlamak ve tesis etmek zorundadır. Bu noktada eğitimde fırsat eşitliği ilkesine ne kadar dikkat ettiğimizi oturup düşünmeli ve bu ilkenin gereğini yerine getirmek için neler yapmamız gerektiğini planlamalıyız.
Günlük yaşamımızda herkes yolda veyahut başka bir yerde engelli bir vatandaş ile karşılaşmıştır. Kimi zaman elinde beyaz bastonu ile karşıdan karşıya geçmek isteyen birini, kimi zaman da el ve kol hareketleri ile derdini anlatmaya çalışan birisini muhakkak ki görmüş veyahut da tanık olmuşsunuzdur ve bu insanların ne kadar zor şartlar altında yaşamaya çalıştıklarını idrak etmişsinizdir. Peki, o zaman düşündük mü, bu insanlar nasıl yaşar? Nasıl eğitim alır? Hayatını nasıl devam ettirir? İşte tüm bu soruları kendimize yöneltmeli ve çözümü konusunda da girişimlerde bulunmalıyız.
Ülkemizde ne tuhaftır ki, engellilere tanınan haklar kısmi maddi yardımlar ve kanunlarda uygulanan muafiyet ve istisnalardır. İşte, asıl sorun da burada başlamaktadır. Engelli vatandaşlarımıza tanınan bu cılız haklar onlara hiçbir şekilde faydalı ve yararlı olmamaktadır. Devletimiz bunlar ile engellilerin gerçek ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi, verilen haklar da engellinin toplum içerisinde varlık göstermesine yeterli olmamaktadır. Gerçekçi açıdan engellilerin toplumda hak ettikleri yeri almasına hiçbir katkı sunmamaktadır.
Kısacası, engelli vatandaşlarımıza toplum olarak bir şeyler vermek istiyor isek, evvela içimizdeki bu acıma duygusunu yok etmeliyiz. Onların sorunlarına acıyarak yaklaşmamalıyız. Konfüçyüs’ün dediği gibi, “onlara balık vermeyi bırakıp balık tutmayı öğretmeliyiz.” İşte olayın özü de budur. Biz CHP Engelliler Komisyonu olarak her zaman engelli kardeşlerimizin yanında olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Bu köşeden de Beykoz’umuzda bulunan engelli kardeşlerimizin sorunlarını dile getireceğiz.
Saygılarımla.