Değerli Okuyucularım!
İdrak ettiğimiz Berat kandili Ramazan ayına iyice yaklaştığımızı haber veren bir işaret olarak da düşünülebilir.Sevgili Peygamberimiz Ramazan ayına yaklaşılan Şaban ayının son günlerinde ashabına gelen günlerin kıymetini haber veren konuşmalar yapmış Ramazan ayının nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda bilgiler vermiştir.
Kullar Ramazan ayındaki faziletleri bilselerdi, bütün bir senenin Ramazan olmasını isterlerdi buyurmuş, bu ayda dört şeyi alışkanlık edinmeyi tavsiye etmiştir ki bunlar;La ilahe illallah sözünü ve istiğfarı(günahlarımız için af dilemek) dilimize ve gönlümüze yerleştirmek, cennete kavuşmak ve cehennemden uzaklaşmak için dua etmek.
Kıymetini kendisinde Kur’an’ın indirilmesinden alan Ramazan ayı, isminde, adeta mü’minleri günahlarından arındırmaya işaretle yaz mevsimi sonunda yağan yağmur ve demirin üzerindeki pası söken kızgın ateş manalarını barındırır.
Yüce Allah,biz kullarını her birinde belli bir meşakkatin bulunduğu ibadetlerle sorumlu tutmuştur;namaz,oruç,zekat,hac .Her birinde nefsimize ağır gelen yönler vardır.Rabbimiz Rahman ve Rahim olduğuna göre bu ibadetleri kullarını sıkıntıya sokmak için emretmemiştir elbette. Bakara suresinin 185.ayetindeAllah sizin için zorluk dilemez, kolaylık diler. buyruluyor. Bizi yaratan, bizi en iyi bilen ve tanıyan O olduğuna göre mü’mine düşen bu ibadetlerin emredilişindeki hikmetleri bulmaya çalışmaktır.Yaklaşan Ramazan ayı sebebiyle bu yazıda oruç ibadetinin hikmetini anlamaya çalışacağız .
İbadetlerin bir değil birden çok boyutta hikmetleri vardır.Orucun insanın vücut sağlığı açısından faydaları, doktorlar tarafından yerine göre koruyucu hekimlik, yerine göre bir tedavi olarak görülmesi malumunuz olan bir konudur.Elbette bu faydaların hasıl olması için oruç tutarken dikkat edilmesi gereken hususlar vardır;sahura kalkmayı ihmal etmemek, iftarlarda çok ve çeşitli yememek vb. gibi.
Peki acaba oruç ibadetinin psikolojik yapımız ve ruhsal boyutumuz açısından hikmeti nedir? Sıcak bir yaz gününde 15-16 saat aç ve susuz durmamız, Rabbimizin bir kazanımımız olmasa bizden isteyeceği bir şey olmasa gerektir.Bizim ruhi gelişimimiz için böyle bir mahrumiyete ve engellenmeye ihtiyaç duymamızın altında yatan hangi özelliğimizdir? Bir filozof diyor ki: Bir domuzunuz ve bir çocuğunuz varsa her istediğini verdiğiniz takdirde çok iyi bir domuzunuz ve fakat çok kötü bir çocuğunuz olacaktır.Çünkü İnsanoğlu kendisinden durması beklenmedikçe her şeyi yeyip yutmaya, her şeye sahip olmaya eğilimli olarak genetik yapıda kodlanmıştır.
Yemeğin var ama yeme, suyun var ama susuzluktan dilin damağın kurusun durumunun yani orucun kullarına asla zulmetmeyen Rabbimizin merhameti ile olan bağlantısı nasıldır? En başta biliyoruz ki, Allah oruca dayanacak gücü olmayan hastaları, yaşlıları, yolcuları bu ibadetten sorumlu tutmamıştır. Bir eylemin zulüm mü, merhamet mi olduğunu belirlerken öncelikle bakış açımızın doğru olup olmadığı dikkate alınmalıdır.Mesela, bir ebeveynin çocuğunun her isteğini yerine getirmesi, onun gözyaşına kıyamaması çok yakından baktığımızda merhamet gibi görülebilir, ancak doğru bir uzaklıktan baktığımızda aslında bunun çocuğa yapılmış ne büyük bir kötülük olduğunu, eğitim açısından ne kadar ciddi bir hata olduğunu fark edebiliriz.Karşıdakine ne kazandıracağı, ne kaybettireceği iyice anlaşılmadan davranışımızın merhamet mi, zulüm mü olduğunu idrak edemeyiz.Bakış açımızı daha derin görecek şekilde ayarladığımızda, yemeğin var ama yeme, suyun var ama içme durumunun irademize yani insan olma yetimize yapacağı katkıyı ve bunun sadece kişinin kendi iç dünyasına değil toplum hayatına da getireceklerini fark eder ve ne kadar anlamlı olduğunu takdir edebiliriz.Unutmamız gereken bir nokta da orucun aç ve susuz kalmaktan ibaret bir ibadet olmadığıdır.Onun davranışlarımızla ilgili bir boyutu da vardır; ağzından yalan,çirkin ve kötü söz çıkmaması,dedikodu etmekten, kavga ve tartışmalardan uzak kalması, öfkesini kontrol etmesi oruçlunun özellikle dikkat etmesi gereken hususlardır.Orucun bir üst boyutu da zihnin ve kalbin kötü düşünce ve duygulardan arındırılmasıdır.Bir sporcu günde 10 km.yi zorlanmadan yürüyebilmeyi yaptığı eksersizlerle kaslarını güçlendirmesine borçlu olduğu gibi oruç da insana hakkı olmayana uzanmama, başkasına veya kendisine zarar verecek bir konuda kendini tutma, fedakarlık yapabilme yetilerini kazandırır.
Değerli Kardeşlerim!
Sizden öncekilere olduğu gibi oruç size de farz kılındı.Umulur ki korunursunuz buyuruyor Rabbimiz Bakara suresinin 182. ayetinde, yani oruç, insanlık kadar kadim bir ibadet İnsanoğlunun çağlardan çağlara değişen ve gelişen yönleri olmakla beraber fıtratında / yaratılışında değişmeyen yönler mevcuttur.Kurduğu medeniyetler, ulaştığı teknolojiler açısından insanoğlu dünkü insan değildir ama psikolojik yapısı,ihtiyaçları,zaafları,beklentileri,sosyal bir varlık oluşuyla dünkü insanla bugünkü insan arasında fark yoktur.Etten ve kemikten, Necip Fazıl’ın ifadesiyle üç beş damla kandan ibaret olan insanın, onu diğer mahlukat içinde zirveye taşıyan kapasiteleri, imkanları yani manevi boyutu vardır.Ve bu manevi boyutun beslenmesi, beşerin insan olması için gerekli eksersizler insanlık tarihi boyunca da değişmemiştir.İlk peygamberden son peygambere bütün elçilerin yaptığı şey insanı kemal noktasına taşımak ve onu, yaratılışı itibarıyla müsait olduğu aşağıların aşağısına düşmekten kurtarıp yücelere, layık olduğu mertebeye çıkarmaktır. Yaratılışının gayesine uygun bir manevi inşanın formülünü insanlığa sunmaktır.Dürtülerini kontrol edebilmesi insanın sosyal bir düzen kurabilmesinin en temel şartıdır.İmam Gazali insanın nefsini ve doyumsuz arzularını üzerine bindiğimiz bir ata benzetir.İnsan bu ata gem vurmazsa at onu kendi istediği yere götürür.Gideceği yeri ,varacağı hedefi olan insanın bu atın gemlerini elinde tutması gerekir ki onu istediği gibi yönlendirebilsin.
Oruç bir sabır eğitimidir.Sabır ise insan için dünya ve ahiret hayatında iyiliklere, güzelliklere, başarılara açılan kapıların anahtarı niteliğindedir. Sabır ile oruç arasındaki bu ilgiyi sevgili Peygamberimiz(S.A.V) şöyle ifade buyuruyorlar: Sabır imanın yarısıdır, oruç da sabrın yarısıdır.
Oruç ve Kur’an ayı olan Ramazan ayının gölgesinin üzerimize düştüğü şu günlerde, Allah’ın affıyla, mağfiretiyle, iyiliklere kat kat verilen sevaplarla, bizi kanatlandıracak manevi feyiz ve bereketlerle gelen bu kutlu misafire evlerimizin ve gönlümüzün kapısını sonuna kadar açalım, her köşemize her anımıza konuk edelim onu.İnsanlar için doğru yolu gösteren bir rehber olarak gelen, hak(doğru) ile batılın(yanlışın) birbirinden ayrılmasının ölçülerini getiren Kur’anın bereketiyle bereketlenen ,yücelen, ayların sultanı olan bu ayda dillerimizle okuduğumuz Kur’an’ı hal ve hayat boyutuyla da okumanın gayreti içinde olalım.Oruçlarımız nefislerimizin terbiyesine, iftarlarımız kardeşliğimizin pekişmesine, sadaka ve zekatlarımız aramızdaki sevginin artmasına, dualarımız Rabbimize yakınlaşmaya vesile olsun.Gelmekte olanın kıymetini gelmeden bilelim,ona hoş geldin derken elveda diyeceğimizin idrakinde olalım ki Ramazan bizim için cennete yaklaşıp, cehennemden uzaklaşmaya fırsat olsun inşallah.Ramazan ayını feyiz ve bereketinden istifade ederek geçirebilmemiz niyazıyla Allah’a emanet olunuz.
Beykoz İlçe Vaizi – Ayşe Nur Kapusuz