Söz'lerin Savaşı ve Hz. Kur'an

Dünya, ‘söz’lerin savaşına sahne olmaktadır. Başta yazılı, sözlü, görüntülü basın olmak üzere herkes bir fikrin sözcülüğünü yapıyor. Sözlerin (izm) sahipleri, insanlığı hedefledikleri şeylere doğru çağırıyorlar. İyi ama biz neye kulak…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dünya, ‘söz’lerin savaşına sahne olmaktadır. Başta yazılı, sözlü, görüntülü basın olmak üzere herkes bir fikrin sözcülüğünü yapıyor. Sözlerin (izm) sahipleri, insanlığı hedefledikleri şeylere doğru çağırıyorlar. İyi ama biz neye kulak vereceğiz? Bu kadar bilgi yığınının olduğu yerde biz neyi dinleyeceğiz ve neyi satın alacağız. Ve neyi dünya görüşü olarak kabul edeceğiz? Dünya görüşümüzü ya da  din algımızı neye göre belirleyeceğiz?

‘SÖZ’ LERİN  SAVAŞI ve Hz. KUR’AN

Söz söyleme (beyan ve kavl),  Yüce Allah’ın insanlığa  eşsiz bir hediyesi ve lütfudur. Kavl (söz),  O’nun biz kullarında tezahür etmesine müsaade ettiği “kelam” sıfatının bir tecellisidir.Hayat Kitabı Yüce Kur’an-ı Kerîm’de, bu gerçek şöyle belirtilir: “Rahman, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı; ona beyanı/konuşmayı öğretti.”(Rahmân,1-4) buyurmaktadır.

İnsanoğlu sosyal bir varlık olarak hayatını sürdürür. Duygu ve düşüncelerini, inançlarını, söz aracılığıyla karşısındakine  aktarır. Söz, insanı etkiler. Bu açıdan söz söylemek bir tür büyü yapmak gibi değerlendirilmiştir.Bugün bilim adamları, sözlerin insan üzerindeki etkilerini araştırmışlar; sözlerin insan üzerindeki  olağanüstü etki gücünü  tespit etmişlerdir. Söylenen sözler, tekrar edilen düşünce ve fikirler,  bir süre sonra yargılara dönüşür; yargılar kararlara, kararlar da  inançlara dönüşüler.Nihayetinde  inançlar , insan ruhunda etkisini, bir şeyi  kesin ‘yap!’ veya ‘yapma!’ şeklinde  gösterir ve  adeta o söz   topluluğu “din” haline gelir.

İşte sözün insandaki bu etkisi sebebi ile Yüce Allah, insanlığa sözlerin sultanı olan Kur’an-ı Kerîm’i indirmiştir.Yüce Kur’an, 6236 ayeti ile birçok ‘söz’lerden oluşmaktadır. Ayetlerin başında daha çok ‘kâle/kavl’ formu ile birçok görüşe yer verilir. Hayatın içinde ne varsa, Kur’an’da da , hayata dair  sözler ve fikirler mevcuttur.

Kur’a-ı Kerimi okuduğunuzda görürsünüz ki, bazen Kur’an’da şeytan konuşur, bazen Firavun konuşur, bazen Yahudi konuşur, bazen Nasrani (hristiyan) konuşur, bazen zengin konuşur, bazen fakir konuşur, bazen müminler konuşur, bazen peygamberler konuşur.Kur’an işte böylece herkesin konuştuğu bir platform izlenimi verir. Tabii ki Yüce Rabbimiz de birçok ayette konuşmakta ve sözler söylemektedir.

Evet, ayetleri incelediğimizde  bazen   ‘dedi’ ,  ya da ‘dediler’ (kale, kalu) şeklindeki form ile  bir çok “sözler” söylenirken ,  Yüce Rabbimiz de yüzlerce ayet-i kerimede ‘kul !’ (de !, söyle!) şeklinde başlayan  sözler söyleyerek tespitler yapmakta, ilkler ortaya koymakta ya da cevaplar vermektedir. Yüce Rabbimiz diğer kelimatları ve  buna benzer daha başka  beyanları ile hakikatin ve dinin ‘sabiteleri’ni ortaya koymaktadır. Böylece o sözler (sabiteler/değişmez gerçekler) dinin gerçeklerine dönüşmekte  ve müminin imanı haline gelmektedir.

Yüce Kur’an, müminlerin en temel vasfının hikmet ve hakikat arayıcısı olmaları gerektiğini vurgular. İman adamının her zaman, doğrunun ve güzelin peşinde olması gerektiğini belirterek şöyle buyuruyor: “Onlar (Müminler), sözü dinlerler ve en güzeline tâbi olurlar.”(Zümer,18)

Âyet-i kerimede belirtildiği gibi müminler, sözü dinleyen ve en güzeline uyan kimseler olmaları ile övülmektedir. Ve böylece bütün mesele ‘söz’de odaklaşmakta ve “en güzel sözün” Kur’an yani Yüce Allah’ın tespitleri olduğunu beyan etmiş olur.

Öte yandan Yaratıcı Kudret, hayatı çift kutupluluk üzerine bina etmiş olduğunu  yaşanan bir gerçeklik olarak hatırlatır.

Hak-batıl, hayır-şer, gece-gündüz, şeytan-melek, pozitif-negatif gibi zıtlıklar üzerine kurulu bir hayatı yaşıyoruz.  Yâsîn Sûresinde  bu çift kutupluluk  gerçeği  şöyle belirtilir:

 “Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.”(Yasin, 36)

Evet, hayat zıtlıkları ile devam ederken, negatif kutupta yer alan şeytan, yaldızlı sözleri ile müşteri aramakta ve maalesef vesveseleri ile birçok insanı saptırmakta, sözleri değiştirme çabası içerisine girmektedir.

ŞEYTAN, YALDIZLI SÖZLER FISILDAR !

 Negatif kutupta yer alan şeytan, insanoğlunun en büyük düşmanı olarak yeryüzünde mücadelesini sürdürmektedir. Şeytan, insanoğlunu yoldan çıkarma, aklını çelme noktasında ‘söz’ üzerinde değişiklik yapma girişiminde bulunacağını bildirmekte ve ‘Allah hakkında yalan söz uydurmak’ başta olmak üzere önemli çalışmalar yaptığını beyan etmektedir.  Şeytanın ,  bu çalışmalar sonunda başarı elde ettiğini Yüce Kur’an bize haber vermektedir. İlgili ayetleri birlikte okuyalım: 

“O (şeytan) size hep çirkin ve murdar işleri emreder ve Allaha karşı bilmediğiniz şeyler söylemenizi ister.”(Bakara,169) / “İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O halde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.”(En’am, 112)

“Zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerlerine gökten iğrenç bir azab indirdik.”(Bakara, 59)

SÖZÜN BOZULMASI, HAK DİNİN BOZULMASINA SEBEBİYET VERMİŞTİR.

Yüce Rabbimiz, insanlık tarihi boyunca her ümmete rehberlik yapacak rahmet insanlarını vahyetmek sureti ile elçi olarak görevlendirmiştir. O peygamberler, elçilik ve örneklik vazifelerini en güzel bir şekilde yapmışlardır. Peygamberlerin ardından -ne yazık ki- vahyi bozma çalışmaları başlamıştır. İşin ilginç tarafı aynı tahrifât yani  sözü bozma çalışmaları, tebdil etme yani değiştirme  müdahaleleri Hz. Peygamber zamanında bile yapılmıştır. Şu ayete kulak verelim:

  “Böyle iken âyetlerimiz birer beyyine olarak karşılarında okunduğu zaman bizimle buluşmayı ummayanlar, «Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir.» dediler. De ki; “Onu kendiliğimden değiştirmem, benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım; ben, Rabbıma isyan edersem şüphesiz büyük bir günün azâbından korkarım.”(Yunus, 15)

Yahudi ve Hristiyan din adamlarının Tevrat ve İncil’i bozmaları, dine yapılan ilavelerin zaman içinde dinin bir parçası gibi kabul edilmesi sonucunda yeni haramların ve helallerin oluşturulmasına götürmüştür. Bu durum ilahi vahyin bozulmasına sebep olmuştur. Halbuki Din yani vahiy  münzeldir/indirilmiştir; Ne ise, o’dur.

VAHİY  KARŞISINDA İKİ TAVIR:   RABBANİYYUN /  ERBABİYYUN

Yüce Rabbimiz,  Kur’an-ı Kerimde Yahudi ve Hristiyanların vahye karşı tutumunu bizlere örnek olarak göstererek adeta uyarmaktadır. Elçilerden sonra,  vahyin emanet edildiği din adamlarının dine yaptıkları ilavelere ‘İlahlaşma-Rabbleşme’ anlamında ‘Erbâb’ demekte ve kınamaktadır.(Tevbe, 31),

Ama  dini aslına uygun şekilde öğrenen (taallüm),  kitabı okuyan ve derinlemesine inceleyenlere (tedris) Rabbaniyyûn (Âl-i İmran, 79) demektedir. ‘Rabbaniyyun’ övülmekte, ‘Erbab’  ise kınanmaktadır.

Erbabiyyun’un ( Tevbe, 31) vahyin aslına  uymayan yorumlarına , fıtrat ve akl-i selim ile  bağdaşmayan bu ilavelere , Yüce   Kur’an ,  ‘cibt’ (hurafe, boş söz) demektedir.(Nisa, 51)

 İlgili ayet-i  kerimeyi  birlikte okuyalım:

 “Kendilerine ilahî kelamdan bir pay verildiği halde (şimdi) asılsız muammalara, boş sözlere inananları (cibt) ve hakikati inkara şartlanmış olanları, müminlerden daha doğru yolda olduklarını iddia edenleri görmüyor musun?”(Nisa, 51)

SABİTELERİMİZİ BELİRLEMEK  VE  ‘SABİT SÖZ’LERİMİZİ OLUŞTURMAK DURUMUNDAYIZ

Kavl-i Tayyip ve Kavl-i Sabit

Bugün İslam dünyasına  baktığımızda, İslami kesimlerde  birçok sıkıntıyı hep birlikte görüyoruz ve yaşıyoruz. Din ile ilgili algılarımızda gerçekten çok farklılıklar olduğunu görüyoruz. Din tasavvuru, ilah tasavvuru, kitap ve peygamber tasavvuru, hayata bakış ve olaylara yaklaşım noktalarından alınız da  hukuk, siyaset, ekonomi, insan ilişkilerine varıncaya kadar birçok konuda çok farklı noktalardayız.

Sanki bu ümmetin hayata ve olaylara dair genel  sabiteleri yokmuş gibi bir görüntü içindeyiz. Tek ümmet olduğumuz , aynı kitaba ve aynı peygambere inandığımız halde hayata ve olaylara bakışta çok farklı uçlarda bulunulabilmekteyiz.Ortak noktalarımız azalmakta, bilgi kaynaklarımız farklılaşmakta, dini bilgiler alanında bilgi kirliliği yaşanmaktayız  adeta.

Halbuki Yüce Kur’an, kendisini temellendirirken  “en güzeli/kıvamda olanı göstermek için indirilmiş olduğunu “ (İsra, 9), ‘müminlerin en güzel söze ve sabit söze ulaştırıldığını haber vermektedir.’  Şu ayet-i kerimelere kulak verelim:

“O (Müminler), sözün hoş olanına(kavl-i tayyip) ulaştırılmışlardır; hem de övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna iletilmişlerdir.”(Hac, 24)

Hoş söz (kavl-i tayyip), iman-amel ve ahlak bütünlüğünü ve Yüce Rabbimizin razı olduğu tavrı ve tarzı, Hz.Peygamberin yaşadığı örnek  hayata uygun olan sözlerden oluşan  din algısını ve  anlayışını yansıtmaktadır.

MÜSLÜMANLAR ANCAK KAVL-İ SABİT İLE AYAKTA KALABİLİR !

Nasıl ki et yığını halinde olan insan bedeni, iskelet yapısı ile ayakta durabiliyorsa, aynı şekilde müslümanların da ayakta durabilmesi;  sağlıklı bir din anlayışına sahip olabilmesi ve dinin sabitelerini özümsemesinden geçer.

Bu açıdan yeniden hayatın tüm alanlarına dair (iman, ibadet, ahlak ve sosyal hayat) sabitelerimizi tekrar gözden geçirmemiz gerekir ve niçinini bilmemiz gerekir.

 Yüce Rabbimiz,  İbrahim Sûresi 27. ayet-i kerimede sabit söz (kavl-i sabit)   kavramını gündeme getirerek şöyle buyuruyor: 

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit söz(kavl-i sabit) ile ayakta tutar/sağlamlaştırır. Zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.”

Sabit Söz, Müslümanın iman-amel bütünlüğünü ifade eder. Kur’an’ın, hayata, insana ve  hakikatlere dair genel tespitleri ve ilkeleri  içerir. Bu tespitlerin muhtevası , fıtrat gerçeğine, insan akl-ı selime uygun olan temel hakikatlerdir. Kur’an bu hakikatleri bizlere en güzel şekilde anlatmakta ve tanıtmaktadır.

İman ve İslam Şairi Mehmet Akif, bir şiirinde sabitelerini kaybetmiş, hurafelere bulaşmış din algısını,  bir problem olarak ortaya koyarken aynı şiirin devamında çözümü de kendi içerisinde vermiştir. Kulak verelim o güzel şiire:

“Nebiye atf ile binlerce herze(boş söz) uydurdun;

Yıktın da dîn-i mübîn-i İslam’ı yeni bir din kurdun.

Doğrudan doğruya Kuran’dan alarak ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.” diyor, o Kur’an Şairi, bir asır önce.

Sabitelerini kaybetmiş din,  bizi ne Allah’a ne de geleceğe taşır. Dinde, kişilerin sübjektif yorumları değil, tam tersine Hz.Peygamberin örnek hayatında somutlaştığı, Kur’an-ı Kerim’in sabitelerini oluşturduğu o güzel din algısı ve olgusu bizi geleceğe taşır.

Hz. Kur’an,  bize Hz. Peygambere  kitap ve hikmet verildiğini/indirildiğini bildirir. (Nisa,113).  Kitap kavramı , vahyin yazılı bölümünü ifade eder. Uygulama yönü ise  Hikmet kavramı ile ifade edilir.

Yani Hikmet  bir bakıma  Hz. Peygamberin vahyi hayata uygulaması, hayata hakim kılmasıdır.

Hikmet’in denetimini  Hz. Kur’an yapar. Kur’an,  bu anlamda  eski vahiyleri  denetime tabi tuttuğu gibi ‘Müheymin’ (gözetici) (Maide,48)  vasfı ile de hikmetin denetimini yapar ve bu günün dindarlığını da denetler. Bu denetim sonucunda hatalar var ise o hatalar da  düzeltilir.

Vahyin denetiminden geçmiş hikmetler  , hayatımıza hayat katacak değerler ;  fıtratın derinliklerinde kök salmalı, hayatla barışık olmalı, akl-i selimi yansıtmalı ve vahyin onayını almalıdır.

Din algımızı ve olgumuzu bu sabit  değerlere göre oluşturmamız gerekmektedir.

Evrensel Peygamber, insanlığa rehberlik görevini,  nübüvvet ve elçilik sorumluluğunu en güzle şekilde yaptı ve bu mübarek kitabı bizlere emanet ederek aramızdan ayrıldı. Rahmet elçisi bizlere  Kitabı ve Hikmeti miras bırakarak , bizleri  insanlığa şahitlik etme  sorumluluğu ile  baş başa bıraktı.

Hz. Peygamber, bizlere gelecekle ilgili hem haberler verdi ve hem de tavsiyelerde  bulundu.

Yüce Kur’anın ‘müheymin’ vasfına dikkat çekerek ,  sabitelerimizi belirlemede Kur’anın  sonsuz hidayetini şöyle açıkladı:

“Muhakkak ki ileride karanlık gece parçaları gibi fitneler olacak! buyurdu. Oradakiler tarafından, ‘Ey Allah’ın Resulü! Ondan kurtuluş nasıl olur?’ denildi. O, şöyle buyurdu: ‘Yüce Allah’ın kitabı, kurtuluş olur. Zira onda sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrakilerin haberleri ve sizinle ilgili hükümler vardır. Hak ile bâtılı ayıran ilâhî bir kelamdır. O bir eğlence vasıtası değildir. Onu kibirlenerek terk edenin, Allah belini kırar. Kim doğru yolu ondan başkasında ararsa, Allah onu sapıklığa düşürür. O, Allah’ın sağlam ipidir ve apaçık nurudur. Hikmet dolu Kur’ân’dır. Dosdoğru yoldur. Hevâların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegane sebep odur. Âlimler ona doymaz; Allah’tan korkarak günah işlemekten çekinenler, ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevab kazanır. Onunla hükmeden adaletle hükmeder. Ona sımsıkı sarılan dosdoğru yolu bulur.(Tirmizî, Sevâbü’l-Kur’ân 14, 2908; Ahmed b. Hanbel, Müsned, l, 91; ed-Dârimî, Sünen, K. Fedâili’l-Kur’ân, 1.)

Hep birlikte yeniden bu mübarek kitap ile ve onun aydınlık yüzü ile buluşalım, sabitelerimizi belirlemede  Kur’an halkaları, okuma grupları oluşturalım. Kur’an’ı derinlemesine inceleyelim ve onu hikmete dönüştürelim. Hz. peygamberin hikmetini kendimize örnek alalım.

Yüce Rabbimiz, sizlere ve bizlere Rahmet Elçisi vasıtası ile yaptığı rehberlik kapsamında hayatımızı, daima  sahih bilgi, sadık iman, salih amel ve seçkin ahlak üzere yaşayabilmemizi nasip eylesin.                                                                                                       

Söz'lerin Savaşı ve Hz. Kur'an
Bizi Takip Edin