YEMEK MENÜSÜ;
15 HAZİRAN: Sabah: Üzüm Hoşafı- Öğlen: Yok- Akşam: Yağlı buğday çorbası, Ekmek tam.
26 HAZİRAN: Sabah: Yok- Öğlen: Yok- Akşam: Üzüm hoşafı, Ekmek tam.
18 TEMMUZ: Sabah: Üzüm hoşafı- Öğlen: Yok- Akşam: Yok, Ekmek yarım
8 AĞUSTOS: Sabah: Yarım ekmek- Öğlen: Yok- Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek yok.
Not: 21 Temmuz 1917 den itibaren başlayarak, ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir. Çünkü un ve ekmek kalmamıştır.
(Bu yemek menüsü gerçek değil diyenler olsa da, gerçeğinin bu menüden daha zengin olmadığına, gerçek değil diyenler bile emindir.)
Değerli dostlar, hangimiz bu yemek menüsünü okuyup ve bu fotoğrafı görüpte öz dedelerimizin çektikleri onca sıkıntı içerisinde bu aziz vatanı düşman eline terketmemek için canlarını ortaya koyarak verdikleri kutsal mücadele konusunda duygulanmamıştır ki?.
Çanakkale destanımızın 101. Yılında bu kutsal mücadeleyi ve Çanakkale davasının derin manasını daha fazla anlamaya ve özümsemeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır.
Çünkü, o zamanlar savaş meydanlarında biz Müslüman Türkleri yenemeyen, Çanakkale’yi asla geçemeyen ve sinsi emellerini gerçekleştiremeyen düşman, bugün hiç farkına bile varamadığımız bir şekilde, TV dizileriyle, sosyal medya ile, kültürümüze uygulanan ambargo (kültür emperyalizmi) ile içimize, hatta evlerimize kadar girip Çanakkale’de yenilmişliğinin intikamını almasın.!
Çanakkale’de ve benzeri savaş meydanlarında bizleri yenemeyen düşmanlarımızın bu sinsi planlarına karşı devletçe ve milletçe çok dikkatli ve uyanık olmak zorundayız.
Su uyur düşman asla uyumaz demiş atalarımız. Eğer bugün, yaşantımız düşmanın yaşantısına benziyorsa, kıyafetimiz düşmanın kıyafetine benziyorsa, yediğimiz içtiğimiz düşmanın yediğine içtiğine benziyorsa, onların kültürü, gazetelerimiz de, TV’lerde evlerimize kadar girdiyse, okullarda yavrularımıza ve her yerde bizlere empoze ettirilmek isteniyorsa, neden ama neden dedelerimiz yukarıda okuduğunuz menüye bile çok şükür yarabbi diyerek bu savaşları verdiler.?
Çanakkale destanımızı ve benzeri kahramanlık destanlarımızı, sadece yıldönümlerinde değil, her zaman anmak ve anlamak zorundayız.
Bizler böylesine kahraman bir milletin evlatları, torunları olarak, onlarla gurur duyup, hem ilimde, fende, teknolojide en ileri düzeyde yetişip, biryandan da bu kutsal mana ile yüklü bir nesil olmak zorundayız.
Sadece ilim fen ve teknoloji, bu iman dolu destandan uzaksa bir anlamı olmayacaktır. Zira Seyyid Çavuş 250 kiloluk mermiyi YA ALLAH diyip kaldırması ve topun namlusuna sürmesi ilim ve fenle değil, o kutsal mana ile anlaşılır bir olaydır. Bu gerçek, bizlere teknolojinin iman ile beraber elde edilmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
İşte dikkat çekmek istediğim mevzu tamda budur. Düşman bizleri meydanda yenemeyişinin sebebini çok iyi tahlil etmiş ve bizlerden bu İmanı söküp almak için savaş meydanında değil, sinsice planlarla öz kültürümüzü ve imanımızı alma peşindedir. Bu konuyu birde bu şekliyle düşünmek zorunda ve tedbirimizi daha fazla geç olmadan almak zorundayız.
101. Yılında Çanakkale şehitlerimizi bir kere daha rahmetle anıp, Merhum Mehmet Akif Ersoy’ un şu mana yüklü şiiriyle hepinize VESSELAM diyorum.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy