Zaman Gazetesinden Sevinç Özarslan, İstanbul? un çeşitli semtlerinden Beykoz?a kestane toplamaya gelenlerin bir günlük hikâyesini kaleme aldı?
Zaman Gazetesinden Sevinç Özarslan?ın haberi,
Seda ve Faruk çifti Levent’ten, Gülsüm ve Murat Kuğu ise Çengelköy’den gelmiş Beykoz Çavuşbaşı’na. Onların derdi temiz havayı solumak, bir poşet kestane toplayıp evin yolunu tutmak.
Ayşe Kara, Ümmiye Kamak, Sevgi Çetin ise her yıl bu zamanlarda kestane peşine düşüyor. Ne de olsa pazarda kilosu 5 TL’ye satılıyor.
Kestanenin kebabı da, yemesi de bugüne kadar çok sevaptı. Artık toplaması da sevap! Yoksa Beykoz ormanlarında sebil gibi yerlere düşen kestaneler çürüyüp gidecek. Anneler, pazarda 5 milyona satılan kestaneyi alıp çoluk çocuk hangi birine yetirsin! Çuvallarını aldıkları gibi hafta sonları doğru ormana koşuyorlar. Beykoz Çavuşbaşı, Polonezköy, Riva, Şile… Dikenli kabuklar nerede uçlarını açmışsa oraya tezgahı kuruyorlar. 5, 10, 15, 20, artık sırtlarında kaç kilo taşıyabilirlerse… Kış boyunca bol bol teflon tavada kebap yapıyorlar. Semt pazarına götürüp satan da var. Ümmühan Kamak ablamızın dediğine göre, bu yıl kestane o kadar bol ki, bütün İstanbul’a yeter!
Geçen hafta pazar günü Beykoz ormanları ana-baba günü gibiydi. Çocuk sesleri adeta her yanı kaplamış. Bağrış çağrış, harala gürele tekmili birden herkes ormanda. Hava da güneşli olunca ailecek kestaneliklere dalmış millet. Ekim ayı, kestanenin tam zamanı. Ağaçlar meyveden kırılıyor. Cumartesi gecesi yağan yağmur bütün kestaneleri yere dökünce Beykoz ve civar ilçelerde oturan İstanbullular soluğu ormanda almış. Özellikle yaşlı teyzeler…
Onlara Acarkent’e giden orman yolu üzerinde ve Çavuşbaşı Gürgensuyu mevkiinde rastlıyoruz. Sabah 08.00’de gelmişler, daha erken gelen de var, çuvallarını doldurmuşlar. Artık dönüş yolundalar. Çoğu Paşabahçe Soğuksu’da oturuyor. Her saat başı gelen otobüsü beklemek için yol kenarında toplanmışlar. Kadınlar meclisi kurulmuş. Önce soluklanıyorlar. Kestane sevdasına ormanın o kadar derinliklerine dalmışlar ki, ana yola inmek için ağır mı ağır kestane çuvallarıyla bir saat yol yürümüşler çünkü. Üstleri başları terden sırılsıklam. Saat 15.00 olmak üzere. Otobüs gelmeden meclis ilk tartışmasına başlamış. “Pazarda kilosu kaçtan satılacak? Evde nasıl pişirilecek? Güneşe serip nasıl kurutulacak?” Bilenler bilmeyenlere, daha doğrusu ilk defa gelenlere bir bir anlatıyor…
Faruk Amca, eşi Seda hanımla birlikte pazar kahvaltısından sonra ormanın yolunu tutmuş. “Benim kahvem yok, sigaram yok. Şeker hastasıyım. İşte kestanelerle vakit geçiriyoruz.” diyor.
Aynı aileden Fatma, Nihat ve Orhan Şen, evden sabah 09.00 civarı çıkmış. Her birinin elinde onar kiloluk dolu çuvallar var. Bu ikinci gelişleri. “Akşama pişirip pişirip yiyeceğiz.” diyorlar hep bir ağızdan. Suzan ve Şener Özer çifti, Ümraniye’de oturuyor. Onlar zevk için buradalar. Şener Bey, “Ne yapayım, eşim başımın etini yedi. Dağa, ormana kestane toplamaya gidelim diye. Rizeli olduğu için illa yeşillik görmek istiyor. Biz de kalktık geldik.” diyor. Seda-Faruk çifti Levent’ten gelmiş. Faruk Bey, “Benim kahvem, sigaram yok. Şekerim var. İzin günlerinde buralarda eğleniyoruz. Haftaya Kalender’e balık tutmaya gideceğim. Oraya gel asıl.” diyor. Biraz sonra Korsan Cemal amca görünüyor uzaktan. Mantar, kestane ne bulursa hepsini yüklenmiş. Yandan biri sesleniyor: “Ormanların kralıdır bu ha! Buralar ondan sorulur.” diyerek onu tanıtıyor. Beykoz ormanları, 77 yaşındaki Cemal amcanın mekanı. Her mevsim toplayacak bir şey buluyor. “Hani senin kestanen, elin neden boş?” diyerek bizi de azarlıyor. Beykoz’a gelip kestane toplamadan gideni gerçekten dövüyorlar.
Ayşe Kara, her yıl Gürgensuyu’na kestane toplamaya gelenlerden. Kestane zamanı başlayınca iki günde bir gözü yolda. “Sabah sekizde sırtımıza çuvalı vurduk geldik. Ayaküstü, elimizde bir ekmek yedik. İşte o. Şu terimize bak. Pişiriyoruz, satıyoruz, evde saklıyoruz. Geçimi sağlar mı canım, yetmiyor ki! Adamın aylığı ancak karnımızı doyuruyor. Kestane parası da elimize harçlık oluyor.” diye anlatıyor halini.
Kastamonulu Ümmiye Kamak, kızı Sevgi Çetin’le yol arkadaşı olmuş. Elleri kolları çiziklerle dolu. Kestanenin, beğenmediği kabuğunun marifeti. “10 kilo topladım. Ama toplasaydık 50 kilo olurdu. Taşıyamadığımızdan anca bu kadar. Mevlam o kadar vermiş ki, gidin bakın. Pazarda kilosunu 4 TL’den satıyorlar.” diyor. Kafiye Alver, “Herkes gidiyor ben de gideyim, ne oluyor ne bitiyor bir göreyim istedim.” diyor. Öte taraftan Sevgi abla söze giriyor: “Bu hafta kilosu iki buçuğa düşer.” Sen misin 2’nin lafını eden, “Hiç de vermem iki buçuğa. Haşlarım kendim yerim, seriveririm. Hiç bile vermem iki buçuğa…” nidaları yükseliyor.
Anne, kız kardeş ve torunlar grubu
Ayşe Akdeniz, iki kızı Aysel Tutak, Zehra Aydın ve torunları Hamit ile Emre’yle çıkmış yola. Onlar çok erkenci değil. 11.30-12.00 gibi varmışlar menzile. Paşabahçe merkezde oturuyorlar. Ayşe teyze biraz yorulmuş, kızı Aysel Hanım anlatıyor: “Biz yemeklik yaptık. Pazarda kilosu 5 milyona. Hem de içime sinerek alamıyorum. Ormanda irilerini topladım. Üstelik toplananların yerini ikinci kez gezdik. Erken gelen iyisini alıyor. 5’te, 7’de buradalar.” Oto boyacısı Kader Gürel ile kaportacı Salih Gençal, Dudullu’da çalışan iki kafadar. “Çocuklarımız için toplamaya geldik.” diyorlar. Kestane için tüm zahmetlere değer doğrusu. Kış aylarında insanın içinde soba özlemi uyandıran, ateşin sıcaklığını hissettiren yegane meyve. Bir de kuşaktan kuşağa aktarılan, mektupların sonunda alakasız bir cümle olarak eklenen ‘kestane kebap, yemesi sevap acele cevap’ cümlesi de hayatımızın vazgeçilmez esprisi…
Zehra Pehlivan’ın (80) kızları ve gelinleri kestane topluyor, o yol kenarında torunlarıyla satıyor.
Kestaneci Zehra Pehlivan teyzenin kartvizit defteri
Kestanecilerin en ilginç çifti, Gülsüm ve Murat Kuğu’ydu. Anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile olarak kestane ormanlarını şereflendirmişler. Ev hanımı Gülsüm Hanım, “Hafta sonu alışveriş merkezlerine gitmektense buraya gelmek daha mantıklı. Bu sabah uyandığımda nefesim tıkalıydı, grip gibiydim. Ormanda gezdikçe açıldım, iyileştim. Üstelik bir poşet kestanemizi de topladık. Bizim için bir hafta sonu eğlencesi oldu.” diyor. Envitek Çevre Teknolojileri firmasında uzman olarak çalışan Murat Bey ise doğa âşığı. Dağda bayırda, ormanlık alanlarda gezmek en büyük hobisi. Ayaküstü yaptığı işin önemini anlatıyor. Toprağa dökülen petrolü temizlemek için nasıl uğraş verdiklerini…
Kestane macerası uğruna dolaştığımız Beykoz ormanlarında aklımızdan hiç çıkmayan ve her fırsatta içimizi kendisini ziyaret isteğiyle dolduran 80 yaşındaki Zehra Pehlivan teyzeydi. Onun Acarkent’e giden orman yolda 15 yıldır tezgahı var. Mevsimine göre meyve, sebze, köy ürünleri, öteberi satıyor. Ama ihtiyaçtan değil, boş duramadığı için. Şu sıralar tezgahın önü kestane dolu. Biz muhabbet ederken, yolun aşağısından elindeki beyaz yoğurt kaplarına kestane doldurmuş kızı ve gelini görünüyor. Kızlar ve gelinler topluyor, teyzemiz satıyor. Zehra teyze, kar yağdığında bile ayrılmıyor buradan. Üşüdüğünde sobasını yakıyor. Yemeğini pişiriyor. Torunları okuldan gelince hep birlikte eğlenip o günü geçiriyorlar. Daha biz sormadan hikâyesini anlatmaya başlıyor: “Ben biraz cahilim kızım, okuma yazma bilmem ama modern insanlarla takılmayı seviyorum. O yüzden bu yoldan ayrılmıyorum.” Modern insanlar diye tarif ettiği kişiler, Acarkent’e gider gelirken selamlaştığı kalburüstü kesim. Bazen bir milletvekili sofrasının misafiri oluyor, bazen ünlü isimler. Sonra bir bez parçasına sardığı kartvizitlerini çıkarıp gösteriyor: “Ne kadar büyük adam varsa hepsinin cebi var bende. Ama kimseye vermem numaralarını. Öyle zırt pırt da aramam. Bana güvenip vermişler. İstanbul milletvekili Nusret Bayraktar’ı 5 senedir bir kez aradım. O da bir doktor, çok canımı sıktı, onun için. Çocuklarımı hiçbir şeye muhtaç etmedim bugüne kadar. Gelinime Kartal taksi aldım. Ben hayatta hiçbir zaman pes demem, 50 yıldır çalışıyorum. Bir de emekli olsaydım ne iyi olurdu.”