Medeniyet ve ahlak kavramları, ikisi de milletimizin öz benliğini temsil eder.
Bir yazı için bu cümlelerimin çok iddialı olduğunun farkındayım, ama izninizle bu iddiamı gerekçeleriyle burada sizlere açıklamaya çalışacağım.
Dedelerimiz dünyanın en büyük medeniyeti olan İslam Medeniyeti’nin temsilciliğini altı asır yürüttü. Bugün yeniden İslam aleminin öncüsü konumundayız.
Peki, İslam medeniyeti denilince ne anlaşılmaktadır?
Medeniyet kavramının sözcük anlamına baktığımızda iki tarif yapabiliriz:
1- Uygarlık.
2- Adaletin hakim olduğu, insanca iyi ve ferah yaşam. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münasebetlerde, ilim, fen ve sanatta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli.
Yani yaşamda, ilimde, fende, sanatta, toplumsal münasebetlerde kemale ermiş, mükemmel toplum hali şeklinde özetlenebilir.
Bu köklü ve geçmişi bir o kadar de derinlere dayanan İslam medeniyetinin temelini ise ahlak mefhumu oluşturur. Daha ilköğrenimimizden itibaren öğrendiğimiz temel bir ilkemiz var; “İslam Dini, Ahlak Dinidir’.
Dünyaya ahlak öğreten ve ahlakıyla örnek olan bir milletin evlatları olarak iki binli yıllarda ne durumda olduğumuzu düşünmek ve kendimizi sorgulamak durumundayız.
Medeniyet anlayışımızın ne olduğunu yeniden gözden geçirmeliyiz.
Medeniyetten anladığımız sokaklarımızın batıya benzemesi, bizim olduğunun anlaşılamaması mı?
Medeniyet kastımız batı mı? Yoksa doğu mu?
İkisi de bizim için öncü olamaz. Çünkü inancımız, aslımız ve temsil ettiğimiz İslam Medeniyeti bütün dünyaya huzuru ve barışı sağlayacak kadar büyük bir medeniyettir.
Peki, yıllar yılı bizlere medeniyeti batı olarak yutturan idareciler, toplum önderleri, öğretmenler, büyüklerimiz hülasa her kimse bizleri, milletçe hepimizi nasıl yanlış bir yola sevk ettiklerinin farkındalar mı?
Buradan batı ile irtibatlanmamak veya batıya sırtımızı dönmek anlamı çıkartılmamalı ayrıca…
Sadece geçmişi ilim, fen, tarih, ahlak ve sanat alanlarında harikulade eserlerle dolu bir milletin evlatları olarak bizlerin ve gelecek nesillerimizin yönünün ne olması gerektiğini anlatmak istiyorum.
“Bizim toplumumuz batının sadece yaşam tarzını kendisine hedef haline getirdi” desem sizce abartmış olur muyum?
İş ve yaşam ilişkilerimizin ne kadar bozulduğundan hep birlikte şikâyet ettiğimize göre ve yıllarca dünyaya örnek bir millet iken bu günkü durumumuzdan dem vurduğumuza göre haksız sayılmayacağımı düşünüyorum.
Yaşadığımız dünya ve içinde bulunduğumuz toplumu ele aldığımızda, aklıma kaçınılmaz olarak bir soru takılıyor:
“İş ve yaşam ilişkilerimizde ahlaklı ve dürüst davranmak yeterli bir hedef midir?” Bana göre asla yeterli değildir. Çünkü tarihimiz ve zamanın ruhu bize geçmişte olduğu gibi yeniden İslam Medeniyeti’nin beşiği ve temsilcisi olma görevini yüklüyor.
Günümüze ve geleceğimize böyle bir şuurla ve inançla bakarsak ancak hedefe ulaşabiliriz. Aksi durumda hep bir yanımız eksik kalacaktır.
İlmi gelişme öncelikli olarak, sanat, savunma, teknoloji, fen, toplumsal ihtiyaçlar ve yenilikler, kültürel ve sosyal gelişim gibi çağın gerektirdiği ve ileriki bin yılların ihtiyaçlarını karşılayacak atılımları yapmak gibi ağır sorumluluğumuz bulunuyor.
Bu ulvi amaç ve sorumluluk için öncelikli olarak bizler elimizi taşın altına koymalı ve kendimizden, evimizden, çoluk-çocuğumuzdan başlamak durumundayız.
Son olarak, üzülerek ifade ediyorum ki; medet umduklarımız, bir şeyler beklediklerimiz aslında kendi dertlerinin peşine düştüler. Milleti, medeniyeti düşünmeye vakit bulamıyorlar…
Selam ve Saygılarımla..