Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Beykoz da düzenlenen ‘Çocukluğa Yeniden Bakış’ başlıklı çalıştaya katıldı.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Beykoz’da düzenlenen ‘Çocukluğa Yeniden Bakış’ başlıklı çalıştaya katıldı. Anadolu Hisarı Sabancı Öğretmenevi’nde düzenlenen çalıştaya Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un yanı sıra eğitimciler, avukatlar, psikologlar, sosyolog, adli tıp uzmanları, iletişimciler ve antropologlar da katıldı.
Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Beykoz’da düzenlenen ‘Çocukluğa Yeniden Bakış Çalıştayı’nda, çocukların hatırı ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla bir araya geldiklerini söyledi. Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ister sosyolojik, ister antropolojik, ister biyolojik açıdan olsun çocukluk ve çocuk kavramının savrukluk içinde olduğunu, ortak bir çocuk kavramı bulunmadığını ifade ederek, insanın ontolojisinden yola çıkan çocuk ve çocukluk kavramının yerini daha ziyade güncel, popüler olan, piyasa ekonomisi içerisinde değerlendirilen ve daha çok haz merkezli bir bakış açısının yer aldığını dile getirdi. Selçuk, çocuk kavramı konusundaki algının toplumdaki karşılığına bakıldığında çocukluğun ve çocuğun ayrıldığını, bunların ne demek olduğu konusunda belirli bir disiplinde derinlemesine çalışmaların çok da fazla yapılmadığını vurguladı.
Eskiden ergenler ergen, çocuklar da çocuk olurdu
İnsanların çocuklarını çok sevdikleri ama çocuk sevip sevmedikleri konusunda bir ayrımsama olduğunu belirten Selçuk, şöyle devam etti: ‘Eğer biz çocuklarımızın bugünkü dünya içerinde bir tüketim öznesi, hatta bir tüketim nesnesi haline gelmesinin farkındaysak ve bunun oluşturduğu atmosferin ne kadar toksik olduğunun bilincindeysek, Türkiye´de çocuk kavramını yeniden ele almak ve bunu belirli bir disiplin üzerinden değil de disiplinler arası, hatta transdisipliner bir bakış açısıyla ontolojik, epistemolojik bir etik çerçeve kurarak yapma ihtiyacımız var. Türkiye´de anne babaların gerek şehirleşme, gerek göç, gerek nüfus eğilimleri açısından bakıldığında çocuk kavramını anlamakta ve algılamakta zorlandıklarını fark ediyoruz. Artık tüketimin nesnesi haline gelen öznelerin, kendilikleriyle ilgili de birtakım çıkmazları olduğunu fark ediyoruz. Eskiden yaşlı olurdu, ergenler ergen olurdu, çocuklar da çocuk olurdu. Çeşitli profil fotoğraflarına, günlük yaşamdaki giysilere, beğenilere baktığımızda yaşlılar yaşlı gibi davranmamaya çalışıyor, çocuklar çocuk gibi davranmamaya çalışıyor, ergenler farklı olmaya çalışıyor. İşin doğal seyrinden söz etmiyorum, manipülasyondan söz ediyorum. Bugünkü bebeklerin bir kaç sene sonra neyi tüketeceği, neyi beğeneceği, neyi giyeceği, neyi yiyeceği ticari olarak çalışılıyor. 5-6 sene sonra ergenlerin neyi tüketeceği konusunda da çalışmalar yapılıyor. Elbette kuşaklar arası farkların olması oldukça güzel, tabii bir şey. Ama bunun manipüle edilmesinde sıkıntı var. O yüzden çocuk kavramı konusunda hepimizin yeniden kendi branşları üzerinden bir yorumsama yapması, yeni bir tarif ortaya koyması ve bunu başka disiplinlerle de ilişkilendirmesini çok önemsiyoruz.’
Çocukla ilgili yeni bir tanıma ihtiyaç var
Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, disiplinlerden ya da literatürden giderek tarif yapmanın çocuğa haksızlık olacağını dile getirerek, çocuğa çocuktan gidilerek disiplinlerden yararlanılan bir yol haritası düşünülebileceğini anlattı. Çocukla ilgili bakış açısının yeniden bir tanım çerçevesine oturtulması gerektiğini belirten Selçuk, çocukların içinde bulunduğu durum ve onları nasıl bir geleceğin beklediği konusunda hem küresel hem de ulusal düzeyde bir çalışma ortaya konulması açısından bu çalıştayın bir başlangıç olduğunu dile getirdi. ‘Türkiye´de çocukluk konusundaki yüksek lisans ve doktora tezlerinin artması, bu konudaki araştırmaların desteklenmesi ve Türkiye´nin kendi çocuk ve çocukluk sosyolojisini, antropolojisini yapması konusunda ciddi bir birikime, enerjiye ihtiyaç var.’ diyen Selçuk, bu kapsamda çalıştayın önemli olduğunu vurguladı. Selçuk, kadın ve erkeğin, anne ve babaların çocuk ne demek konusunda ayrıntılı bir izaha ihtiyacı olduğunu belirterek, bilgiyle ilişkinin bir kova suyu çocuğa dökmek olarak görüldüğünü, oysa çocuğun bilgiyi, yudum yudum suyu içip hücrelerine intikal ettirir gibi içselleştirmesi gerektiğini anlattı.
Çocuk ne demek, yetişkin ne demek?
Bilgiyi çocuğa bir kovayla vermenin sadece propaganda, sloganlardan ibaret bir yaklaşım olabileceğini belirten Selçuk, ‘Çocuğa karşı yaptığımız iş ve işlemleri gözden geçirmek için referans çerçevesine ihtiyacımız var. Çocuk ne demek, yetişkin ne demek, bunların sınırlarının zorlandığını görüyoruz. Bu sınırları zorlamamak için öncelikle bizim bir referans çerçevesi oluşturmamız gerekiyor. Bu çok da kolay bir şey değil. Belki bin yıllık bir çerçeveyi alıp onun etrafında dolanıp yeniden bir atmosfer oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu adımla beraber bunu yapıp, Türkiye´nin birikimini devreye sokabilirsek eminim çocuk ve çocukluk kavramı konusunda toplumumuzda daha belirgin bir unsur olabilir.’ diye konuştu.
Eskiden çocuğun emanet olarak ifade edildiğini dile getiren Selçuk, ‘Şu anda çocuk nedir denildiğinde insanların bütün hayatlarını adayabildikleri, ya da bir çocuğun gözüne beş çocukluk bakılabilen, ilgi zehirlenmesine doğru gidebilen, saygı ve sevginin sınırlarının aşılması söz konusu olabilen durumlardan söz ediyoruz. Bunları ister çocuğun beslenmesiyle, ister sağlığıyla ilgili olsun hepsinde ayrıştırıp çözümleyip, yeniden bir entegrasyona tabi tutup bir tertip ve terkip içerisinde ele alma ihtiyacımız var.’ dedi.
Ortak bir düşünce alanı oluşturabilirsek
Selçuk, bu meselenin uzun soluklu bir iş olduğunu ifade ederek, ‘Toplumda çocuk algısı, çocuğun anlamı ve çocukla ilişkimiz üzerinden yeni bir referans çerçevesi kurabiliriz belki. Birçok kurum bunlarla ilgili çalışıyor fakat genelde disiplin odaklı ya da kişilerin kendi öz geçmişiyle sınırlı yapılıyor. Bunu Türkiye´nin birikimini bir araya getirip de ortak bir düşünce alanı oluşturabilirsek sanki daha başarılı olabilirmiş gibi geliyor.’ şeklinde konuştu.
Çocuğun yetiştiği aile ortamı ile sınıfının önemi
Çocuk ve ergen psikoloğu Doğan Cüceloğlu da, çocuğun potansiyelinin sınırının bilinmediğini ifade ederek, farkına varılmayan bu potansiyelin kolayca yok olabildiğini söyledi. Çocuğun içinde yetiştiği aile ortamı ile eğitildiği sınıf ortamının Türkiye´nin geleceği için çok önemli olduğunu vurgulayan Cüceloğlu, şöyle devam etti: ‘Bu ortamlardaki bilgiden çok daha önemli bir şey var. Bu ortamlarda yaşayan değerler var. Yaşayan değerler, konuşulan, bilinen değerlerden farklı. ´Mış´ gibi değerlerle uygar bir toplum oluşturamayız. Ailede hangi değerlerin yaşadığı meselesini çok önemsememiz lazım. Çocuk bir değer mi, çocuğun potansiyeli bir değer mi? Annelik, babalık yapmak ile anne ve baba olmak arasındaki farkı biliyor muyuz? Çocuğun merak etmesi mi, yoksa bilmesi mi bir değer? Öğretmenlik yapmakla, öğretmen olma arasındaki farkı biliyor muyuz? Biz çocuklarımızı hayatta kalmak üzere mi yetiştirmeye çalışıyoruz, yoksa hayatını anlamlı, coşkulu, güçlü bir şekilde yaşamak üzere mi yetiştirmeye çalışıyoruz?’
Çocuklarla ilgili çalışmalar yürüten psikolog, eğitimci, sosyolog, adli tıp uzmanı, iletişimci, antropolog ve hukukçu gibi farklı alanlardan uzmanların katıldığı çalıştay, basına kapalı olarak gerçekleşti.